Fox Deneyi

Amino asitler protein oluşturmak üzere kimyasal olarak birleşirken açığa su molekülü çıkar. Le Chatêlier Prensibi olarak bilinen kurala göre, açığa su çıkaran bir reaksiyonun (kondansasyon reaksiyonu), su içeren bir ortamda sonuçlanması mümkün değildir. (bkz. Le Chatêlier Prensibi) Dolayısıyla evrimcilerin hayatın başladığı ve amino asitlerin oluştuğu yerler olarak belirttikleri okyanuslar, amino asitlerin birleşerek proteinleri oluşturması için kesinlikle uygun olmayan ortamlardır. Kimyacı Richard E. Dickerson bunun nedenini şöyle açıklar:

Eğer protein ve nükleik asit polimerleri öncül monomerlerden oluşacaksa, polimer zincirine her bir monomer bağlanışında bir molekül su atılması şarttır. Bu durumda suyun varlığının polimer oluşturmanın aksine ortamdaki polimerleri parçalama yönünde etkili olması gerçeği karşısında, sulu bir ortamda polimerleşmenin nasıl yürüyebildiğini tahmin etmek güçtür.188

Evrimciler tüm teorilerini çürüten bu “su sorunu” üzerine olmadık yeni senaryolar üretmeye başladılar. Bu araştırmacıların en tanınmışı olan Sydney Fox, sorunu çözmek için ilginç bir teori ortaya attı: Ona göre, ilk amino asitler ilkel okyanusta oluştuktan hemen sonra bir volkanın yanındaki kayalıklara sürüklenmiş olmalıydılar. Sonra da amino asitleri içeren karışımdaki su, kayalıklardaki yüksek ısı nedeniyle buharlaşmış olmalıydı. Böylece “kuruyan” amino asitler, proteinleri oluşturmak üzere birleşebilirlerdi.


FOX’UN “PROTEİNOİD”LERİ
Miller’in senaryosundan etkilenen Sdney Fox, bazı amino asitleri birleştirerek “proteinoid” adını verdiği üstteki molekülleri oluşturdu. Ancak bu işe yaramaz amino asit zincirlerinin, canlı bedenlerini oluşturan gerçek proteinlerle ilgisi yoktu. Aslında tüm bu çabalar, canlılığın tesadüfen oluşmak bir yana, laboratuvar ortamında dahi üretilemediğini belgeliyordu.

Fakat bu “çetrefilli” çıkış yolu da kimse tarafından benimsenmedi. Çünkü amino asitler, Fox’un öne sürdüğü türden bir ısıya karşı dayanıklılık gösteremezlerdi: Yapılan araştırmalar amino asitlerin yüksek ısıda hemen tahrip olduklarını ortaya koyuyordu. Ancak Fox iddialarından vazgeçmedi.

Laboratuvarda, “çok özel koşullarda”, saflaştırılmış amino asitleri kuru ortamda ısıtarak birleştirdi. Amino asitler birleştirilmiş ancak proteinler yine elde edilememişti. Elde ettikleri, birbirine rastgele bağlanmış, basit ve düzensiz amino asit halkalarıydı ve herhangi bir canlının proteinine benzemekten çok uzaktı. Dahası eğer Fox amino asitleri aynı ısıda tutsaydı, ortaya çıkan işe yaramaz halkalar da parçalanacaktı.189

Deneyi anlamsızlaştıran bir başka nokta ise, Fox’un daha önce Miller Deneyinde elde edilmiş olan amino asitleri değil, canlı organizmalardaki saf amino asitleri kullanmış olmasıydı. Oysa Miller’ın devamı olma iddiasındaki deney, Miller’ın vardığı sonuçtan yola çıkmalıydı. Ama ne Fox ne de başka bir araştırmacı, Miller’ın ürettiği işe yaramaz amino asitleri kullanmadı.190

Fox’un söz konusu deneyi evrimci çevrelerde bile pek olumlu karşılanmadı. Zira Fox’un elde ettiği anlamsız amino asit zincirlerinin (proteinoidlerin) doğal koşullarda oluşmayacağı çok açıktı. Dahası, canlıların yapıtaşları olan proteinler hala elde edilememişti. Proteinlerin kökeni problemi hala çözümlenememişti. 1970’li yılların popüler bilim dergisi Chemical Engineering News‘de yayınlanan bir makalede Fox’un gerçekleştirdiği deney hakkında şöyle deniyordu:

Sydney Fox ve diğer araştırmacılar, çok özel ısıtma teknikleri kullanarak Dünyanın ilk devirlerinde hiç var olmamış şartlarda amino asitleri “proteinoidler” adı verilen bir şekilde birbirine bağlamayı başarmışlardır. Bununla beraber bunlar, canlılarda bulunan çok düzenli proteinlere hiç benzememektedir. Bunlar, hiçbir işe yaramayan düzensiz lekelerden başka bir şey değildirler. İlk devrelerde bu moleküller eğer gerçekten meydana gelmişlerse bile, bunların parçalanmamaları mümkün değildir.191

Gerçekten de Fox’un elde ettiği “protenoidler”, gerçek proteinlerden yapı ve işlev olarak tamamen uzaktı. Proteinlerle aralarında, karmaşık bir teknolojik cihazla işlenmemiş bir metal yığını arasındaki kadar fark vardı.

Dahası, bu düzensiz amino asit yığınlarının bile ilkel atmosferde yaşama şansı yoktu. Dünyanın o günkü şartlarında yeryüzüne ulaşan yoğun ultraviyole ışınları ve kontrolsüz doğa koşullarının doğurduğu zararlı, tahrip edici fiziksel ve kimyasal etkenler, bu proteinoidlerin dahi varlıklarını sürdürmelerine imkan vermeden parçalanmalarına neden olacaktı. Amino asitlerin ultraviyole ışınlarının ulaşamayacağı şekilde suyun altında bulunmaları ise, Le Châtelier prensibi nedeniyle söz konusu değildi. Bu veriler sonucunda bilim adamları arasında, proteinoidlerin hayatın başlangıcını oluşturan moleküller oldukları fikri giderek etkisini kaybetti.

188 Richard Dickerson, “Chemical Evolution”, Scientific American, vol 239:3, 1978, s.74
189 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, s.25
190 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, s.25
191 S. W. Fox, K. Harada, G. Kramptiz, G. Mueller, “Chemical Origin of Cells”, Chemical Engineering News, June 22, 1970, s.80

http://harunyahya.org/tr/Evrim-Sozlugu/15890/Fox-Deneyi