350 Milyon Fosil Evrim Teorisinin Geçersizliğini İspat Etmektedir

Şüphesiz ‘izzet ve gücün’ tümü Allah’ındır. O, işitendir, bilendir. (Yunus Suresi, 65)

Dediler ki: Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32)

Etrafına bakan bir insanın gözüne gelen görüntü ters olarak beyne iletilir. Beyin bu görüntüyü düzeltir ve sonuçta insan “dışarıdaki görüntünün tıpatıp aynısını, aynı netlikte” görür. Böyle bir sistem, tesadüfen şuursuz atomların birleşmesiyle oluşamaz.

Görmeyi bilmeyen atomlar, tesadüflerin etkisiyle şuursuzca birleşerek dünyanın en mükemmel kamerasından daha kaliteli görüntü sağlayan, en gelişmiş üç boyutlu sinema ve televizyonundan daha net ve tam renkli görüntüyü beyinde meydana getiren görme sistemini yapamaz.

Duymayı bilmeyen şuursuz atomlar, en gelişmiş müzik sisteminden daha mükemmel olan, daha net ve çok boyutlu, gerçeğinden ayırt edilemeyen sesleri beynin içinde oluşturan işitme sistemini, tesadüfler sonucu meydana getiremez.

Koklamayı bilmeyen atomlar, parfümün, gülün kokusunu hisseden koku alma sistemini tesadüflerin etkisi ile oluşturamaz. Sıcağı, soğuğu, sertlik duygusunu bilmeyen şuursuz atomlar tesadüfler sonucu hissetme gücüne sahip olamaz.

Şuursuz, kendi varlığından haberi olmayan atomlar, tesadüflerle, müzikten zevk alan, türlü türlü yiyeceklerin lezzetlerini bilen, hatıraları olan, dokunan, hisseden, düşünen, plan yapan, hatıralarını zihninde canlandıran, bir şeyi hatırlayan, gülmekten, eğlenmekten, neşeli ortamlardan zevk alan, daha sayılabilecek yüzlerce özelliğe sahip olan insanlara ve hatta atomun yapısını inceleyip-araştıran bilim adamlarına dönüşemez.

350 Milyon Fosil Evrim Teorisi’nin Geçersizliğini İspat Etmektedir

1859 yılında Charles Darwin ilkel denecek kadar yetersiz teknik olanaklar ve yoğun bir hayal gücü ile teorisini ortaya atmıştı. Darwin, teorisinin bel kemiği olan “canlıların başka başka canlılara dönüşebileceği” yönündeki iddiasına, kendi zamanında olmasa bile gelecekte güçlü deliller bulunacağını hayal etmişti. Ona göre, teorisini destekleyecek sözde ara-geçiş canlılarına ait fosiller bulunacak, bilimsel gelişmeler neticesinde teorisi daha da rağbet görecek ve kabul edilecekti. Ancak gelişmeler onun tahmin ettiği şekilde olmadı, Darwin’den sonra milyonlarca fosil bulunmasına rağmen bunlardan hiçbiri Evrim Teorisi’ni desteklemedi…

Bilindiği gibi dünya kamuoyu yıllarca, evrim teorisini destekleyen sayısız fosil olduğu yönünde ikna edilmiştir. Oysa gerçekler bunun tam aksi yöndedir. Bilimadamlarının elinde milyonlarca fosil vardır ama bunlar evrimi değil yaratılışı doğrulamaktadır.

Evrimciler eldeki milyonlarca fosili bir kenara itip sadece birkaç fosil üzerine hikayeler uydurmaktadırlar. Bugüne kadar bulunmuş 250 bin farklı türe ait 350 milyon fosil olmasına rağmen evrimciler bu fosillerin arasından -yine yaratılışı destekleyen- birkaç fosili evrime delil diye sunmuşlar, ancak bunların da delil olamayacağı ortaya çıkınca komik duruma düşmüşlerdir. (New Scientist, 15 Ocak 1981, s. 129; Luther D. Sunderland, Darwin’s Enigma, 1988, s. 9)

Yarı Dinozor-Yarı Kuş Efsanesi: Hayali Ara Form Archæopteryx

Evrimcilere göre, 150 milyon yıl önce yaşamış, küçük yapılı dinozorların (Velociraptor veya Dromeosaur) bir kısmı, evrim geçirerek kanatlanmışlar ve uçmaya başlamışlardı. Onlara göre Archæopteryx uçmaya başlayan ilk canlıydı.

Oysa bu fosil üzerinde yapılan incelemeler, bu canlının kesinlikle bir ara geçiş formu olmadığını, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunu göstermektedir. (Bu fosilin pençelere sahip olması uzun yıllar en önemli delil sanılmıştır. Oysa günümüzde yaşayan Hoatzin adlı kuşun da pençeleri bulunmaktadır ve her yönüyle normal bir kuştur.)

Archæopteryx’in iyi uçamayan bir “yarı-kuş” olduğu tezi uzun yıllar gündemde tutulmuştur. Ancak 1992 yılında bulunan yeni bir Archæopteryx fosili (aynı canlıya ait yedinci fosildir) ile bu canlının normal bir kuş olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü bu son fosilin sadece kuşlarda bulunan göğüs kemiğine (sternum) sahip olduğu görülmüştür. (Nature, vol 382, 1 Ağustos 1996, s. 401)

Kuşların evrimi senaryosunda Archæopteryx’ten mahrum kalan evrimciler, kuşların bedeninde “indirgenemez komplekslik”te yapıların keşfedilmesiyle daha da çıkmaza düşmüşlerdir. Bilim, kuşların tamamen kendilerine has organları olduğunu ve bunların ancak tüm parçaları kusursuz ve yerli yerinde olduğu taktirde işlev görebileceğini keşfetmiştir.

Bilim, Gerçekleri Ortaya Çıkardı

Darwin yakın dostlarına yazdığı mektuplarında ve kitaplarının bazı bölümlerinde teorisi hakkında kuşkularının da olduğunu, bir gün yanlışlığının gösterilebileceğinden de söz etmişti. Türlerin Kökeni isimli kitabında şöyle demiştir:

“Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189)

Darwin’in bu kitabı yazmasından bu yana yaklaşık 1.5 yüzyıl geçmiştir ve bilimin bugün geldiği noktada görülmüştür ki, kompleks organların hiçbiri küçük değişikliklerle oluşamaz. Örneğin göz, bütün parçalarıyla tam olarak var olmak zorundadır. Evrimci biyolog Engin Korur, kuşların evrimi senaryosunda içinde bulundukları çaresizliği şöyle itiraf etmiştir:

“Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz.” (Bilim ve Teknik, sayı 203, s. 25)

Evrimciler kuş tüyünün sürüngen pullarından evrimleşmiş olduğunu varsaymakta ancak bu hayali evrimin “nasıl” gerçekleşmiş olabileceği yönünde hiçbir varsayımda bulunamamaktadırlar. Çünkü kuş tüyü, son derece kompleks bir yapıdadır ve sürüngen pullarından tamamen farklı bir özelliktedir.

Bir kuşun uçabilmesi için tüylerinin, ortadaki boruları, yanlardaki kılları ve bu kıllar arasında çok sayıda mikroskobik kancalarıyla eksiksiz olarak bulunması şarttır. Fosil kayıtlarında mevcut olan tüm kuş tüylerinde aynı yapı göze çarpmaktadır. Sürüngen pulları ve kuş tüyleri arasında olan hiç bir ara canlı yoktur.
Kuş akciğeri ile sürüngen akciğeri arasında da aynı durum söz konusudur. Kuş ve sürüngen akciğerleri birbirlerinden tamamen farklı yapıdadır.

Sürüngenler, havayı aynı kanaldan alır ve verirler. Nefes alımı sırasında ciğerler oksijen ile dolar, nefes verilirken ise oksijen tamamen boşalır. Kuşlarda ise çok özel bir tasarım sayesinde hem nefes alırken hem de nefes verirken akciğer sürekli oksijenle beslenir. Detayları şemada görülen bu sistemi kullanan kuşlar kesintili biçimde değil, sürekli olarak nefes alırlar. Uçuş sırasında yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kuşlar için böyle özel bir “tasarım” yapılmıştır. Bu yapının sürüngen akciğerinden evrimleşerek ortaya çıkması ise imkansızdır, çünkü iki farklı akciğer yapısı arasındaki “ara” bir yapıyla nefes alınamaz. Yani bir kuş, tam ve eksiksiz bir solunum sistemine sahip olmadan hayatını sürdüremez.

“Sinek Kovalarken Kanatlanan Dinozor” Hikayesi

Evrimci bir kaynaktan alınma olan soldaki çizim, küçük bir dinozorun sineklerin peşinde bir yandan koşup bir yandan kollarını çırparak günün birinde kuşlara dönüştüğü senaryosunu tasvir etmektedir. Hiçbir fosil kaydı bulunmayan ve aleyhteki tüm bilimsel bulgulara rağmen sürdürülen bu akıl dışı senaryo, önemli bir mantık çelişkisi de barındırmaktadır. Evrimciler bu çizimleri uçuşun kökenini açıklamada kullanmaktadır, oysa uçuşun sebebi olarak “zaten” uçabilen bir canlıyı yani sineği göstermektedirler. Evrimciler bir sineğin nasıl varolduğu ve uçma sisteminin nasıl geliştiği yönünde hiçbir iddiada bulunamamaktadırlar.

Bir sinek, tek bir saniye içinde kanatlarını 500 ila 1000 kez çırpmaktadır. Üstelik her bir kanat çırpmada, kanatlarını birbiriyle eş zamanlı olarak hareket ettirir. Burada mükemmel bir denge söz konusudur. Çünkü kanat çırpmadaki en küçük bir uyumsuzluk, sineğin havada takla atıp yere düşmesine ve yaralanmasına sebep olacaktır. Bilim adamları, sineklerdeki uçuş yeteneğinin, günümüz teknolojisiyle hiçbir şekilde taklit edilemeyecek derecede ileri olduğunu belirtmektedirler. (Scientific American, cilt 263, Kasım 1990, s. 120) Evrimciler, böylesine üstün sistemlere sahip sineklerin kökenini açıklamada tam bir çaresizlik yaşamaktadırlar. Sineklerin kökeni konusunda tamamen açmazda olduklarını itiraf etmektedirler. (R. J. Wootton, C. P. Ellington, “Biomechanics and the Origin of Insect Flight”, Cambridge University Press, 1991, s. 99)

Evrimciler, dinozorların sinek avlamak için koşarken kanatlandıklarını iddia ederler. (American Scientist, vol. 76, 1979, s. 55)

Kanatların oluşumunu açıklamak için sineğin kullanılması, evrimcilerin içinde bulundukları gaflet ve aymazlığın çarpıcı bir örneğidir. Çünkü evrimciler, sineklerin “kanatları” olduğunu ayrıca kuşlardan daha da şaşırtıcı teknik özelliklere sahip olduklarını unutmuşlardır. Evrimcilerin aynı çarpık mantıkla “sinek kanatlarının, başka sinekleri kovalarken oluştuğunu” iddiaya kalkışmaları bile ihtimal dahilindedir.
Saniyede 500-1000 kere kanat çırpan ve en gelişmiş helikopterden daha üstün bir tasarıma ve aerodinamik yapıya sahip olan sineğin nasıl varolduğu konusu evrimciler açısından tam bir çıkmaz teşkil etmektedir.

Kuş nefes aldığında (1) oksijen hem akciğere hem de daha altta bulunan iki keseceği dolar. Bu sırada akciğerin içindeki kirlenmiş hava ön tarafta yer alan iki keseciğe tahliye edilir. Nefes verdiğinde ise (2) akciğere alttaki iki kesedeki temiz hava dolar, ön keselerdeki kirli hava ise dışarı atılır. Kuşların yoğun oksijen ihtiyacı bu “özel tasarım” ile karşılanmıştır.

EVRİM TEORİSİ’NİN GEÇERSİZLİĞİNİ İSPAT EDEN VE TOPLAM 5700 SAYFA VE 4065 RENKLİ RESİMDEN OLUŞAN HARUN YAHYA KİTAPLARI

Harun Yahya’nın toplamı 45.000 sayfa olan diğer tüm eserlerini www.harunyahya.org ve www.harunyahya.net sitelerinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.

GLOBAL YAYINCILIK SİPARİŞ HATTI 444 444 1