CNN Türk’ün evrim yanılgıları

CNNTurk ekranlarına gelen “İnsanın Evrimi” belgeseli, bilimsel hatalarla
ve çarpıtmalarla dolu bir Darwinizm propagandasından ibaret…

CNNTurk televizyonu, 2003 Aralık ayında, bir sonraki ay “İnsanın Evrimi” isimli bir belgesel film yayınlayacağını duyurdu. Belgeselin tanıtım spotlarında maymun-adam kostümleri giymiş oyuncuları ekrana taşıyan CNNTurk, insanın atalarının bu gibi “maymun-adamlar” olduğunu savunan evrim teorisini sahipleniyordu böylece.

Oysa evrim teorisinin, daha yerinde bir deyimle Darwinizm’in iddiaları, bugün farklı bilim dallarından gelen pek çok kanıt tarafından çürütülmüş durumdadır. Bu gerçeği dile getiren çeşitli dallardan bilim adamları, Darwinizm’in, Freudizm ya da Marksizm gibi tarihin çöplüğüne atılma yolunda olduğunu belirtmektedirler. Örneğin Darwinizm’i eleştiren önde gelen isimlerden biri olan California Berkeley Üniversitesi profesörü Phillip Johnson, “bu teorinin yıkılışının 21. yüzyılda mutlaka gerçekleşeceğini” vurgulamaktadır.1 Johnson ve daha pek çok bilim adamı, hayatın kökeninin Darwinizm’in iddia ettiği gibi “rastlantısal evrim” değil, “bilinçli tasarım” olduğunu savunmakta ve bu konuda çok güçlü kanıtlar ortaya koymaktadırlar.

CNNTurk yöneticileri ise, bu önemli gelişmeleri gözardı etmekte, gerçekleri gizlemektedirler. Bunun en önemli kanıtlarından biri, söz konusu kanalda, gerçekte Darwinizm’in son yıllardaki en yüzeysel propagandalarından biri olan, “İnsanın Evrimi” (orijinal ismi “Walking With Cavemen”) belgeselinin “bilimsel bir gerçekmiş” gibi ekranlara taşınmasıdır. Oysa bir BBC ve Discovery Channel ortak yapımı olan söz konusu bu belgeselin yüzeyselliği, evrim teorisini kabul edenlerce bile ifade edilmektedir. The Sunday Telegraph gazetisinde yapılan bir yorumda, Walking With Cavemen için şöyle deniyor:

“İçinde gerçek olmayan bir gerçeksel film.” (A factual programme without facts)2

Bu yazıda CNNTurk ekranlarında yer alacak olan söz konusu belgeselin neden çarpıtmalarla, bilimsel hatalarla dolu, içi boş bir “Darwinizm propagandası” olduğunu inceleyeceğiz. Amacımız, hem CNNTurk izleyicilerine hem de CNNTurk ekibine evrim teorisinin bilimsel dayanaklardan tümüyle yoksun bir dogma olduğunu bir kere daha göstermektir.

“Maymun-Adamlar”ın İçyüzü

“İnsanın Evrimi” (Walking With Cavemen) belgeselinin en dikkat çekici yönü, izleyici üzerinde “evrim vardır” etkisi oluşturmak için maymun-adam kostümleri giydirilmiş aktörlerin varlığıdır. Belgeselin neredeyse tümünde farklı türlere ait hayal ürünü “maymun-adamlar”ın bedenleri, dahası bunların sosyal yaşamları hatta duyguları ve hırsları izleyiciye tarihsel bir film havasında aktarılmaktadır.
Oysa gerçekten böyle canlıların var olduğuna dair elde somut tek bir tane bile bilimsel kanıt yoktur! Nitekim belgesel de, bilimsel kanıtlardan değil, evrim teorisinin varsayımlarından yola çıkılarak hazırlanmıştır. Bunu şöyle izah edebiliriz:

1) Belgeselde canlandırılan Australopithecus afarensis (Lucy), Homo habilis, Paranthropus boisei, Homo rudolfensis, Homo erectus, Homo heidelbergensis gibi sınıflamalara ait fosil kalıntıları, çok az sayıda ve belirsizdir. Örneğin Homo habilis’e ait fosil kalıntıları, birkaç kafatası parçası ve birkaç iskelet kemiğinden ibarettir. Bunlardan yola çıkılarak bir canlının nasıl bir yaşam sürdüğü, ne gibi işlerle uğraştığı, ne tür aletler kullandığı, neler yediği gibi detayların belirlenmesi mümkün değildir. Ünlü Nature dergisinin editörü Henry Gee’nin 2001 yılındaki bir makalesinde belirttiği gibi, “insanın evrimsel tarihi ile ilgili fosil kanıtları dağınıktır ve birbirinden çok farklı yorumların malzemesi olabilirler.”3 Nitekim, CNNTurk’te yayınlanacak olan Walking With Cavemen belgeselinde de, sadece Darwinizm’in önkabullerine uyan yorumlar yapılmış, evrimci yorumlara uymayan ancak çok açık olan bilimsel gerçekler izleyicilerden gizlenmiştir.

2) İnsanın kökeni hakkındaki fosil kayıtları başta da belirttiğimiz gibi çok zayıftır, birkaç kemik parçası Walking With Cavemen belgeselinde tasvir edilen “maymun-adam” portrelerini destekleyemez. Söz konusu fosiller sadece kemik parçalarıdır ve kemik parçalarına bakılarak bir canlının derisinin kıllı olup olmadığı; burnunun, gözlerinin, dudaklarının veya kulaklarının şekli hakkında bir karara varılamaz. Walking With Cavemen belgeselinde, tespit edilmesi mümkün olmayan söz konusu “yumuşak dokular”, tamamen keyfi bir biçimde Darwinizm’in önkabullerine göre şekillendirilmiştir.

3) Walking With Cavemen belgeselinde gösterilen “sosyal” sahneler ise tamamen hayal ürünüdür. Elbette hiç kimse 5 milyon yıl önce yaşamış bir maymun türünün içindeki bireylerin kavgaları, hırsları, aile yaşamı hakkında hiçbir şey bilemez. Belgeselde bunlara büyük ağırlık verilmiş, kimi zaman izleyiciyi duygusal olarak etkilemeyi amaçlayan “dramatik” sahneler bile canlandırılmış, bu hayali sahnelerle “maymun-adamlar” efsanesinin izleyicinin zihnine kazınması hedeflenmiştir.

Bu genel uyarılardan sonra, Walking With Cavemen belgeselini akışına uygun olarak inceleyelim ve bu programın gerçekte bir belgesel değil, bir propaganda filmi olduğuna birlikte tanık olalım.

BİRİNCİ BÖLÜM: İNSANLAŞTIRILMAK İSTENEN MAYMUNLAR

Lucy Efsanesi Hakkındaki Propaganda ve Gerçekler

australopithecus_afar6463a
CNNTürk’ün yayınladığı belgeselde Australopithecus “insanın ilk atası” gibi gösterilse de, bilimsel bulgular bu türün insanla hiç bir benzerliği olmayan, soyu tükenmiş bir maymun olduğunu kanıtlamaktadır.

Walking With Cavemen belgeseli, Darwinistler açısından son 30 yılın en gözde fosillerinden biri olan Lucy’i ele alarak başlamaktadır. Belgeselde Australopithecus afarensis türüne ait bir birey olan Lucy ve ait olduğu türe ait pek çok hayali “kıllı maymun-adam” canlandırılmakta ve bunların insanın ilk atası oldukları ileri sürülmektedir.

Oysa; hem Lucy hakkındaki bu iddia onyıllardır evrimciler arasında bile tartışma konusudur hem de son birkaç yıl içinde elde edilen yeni bulgular Lucy efsanesine büyük bir darbe vurmuştur.

Lucy hakkındaki bu gerçekleri daha önce de defalarca açıklamıştık. Kısaca tekrar özetleyelim: Sözü edilen canlı; iskeleti, beyin hacmi, kafatası yapısı gibi kriterler açısından günümüz şempanzelerine çok benzeyen soyu tükenmiş bir maymun türüdür. Evrimcilerin bu tür ile insan arasında bağlantı kurmaya çalışmasının tek dayanağı, Lucy’nin biz insanlar gibi dik yürüdüğü iddiasıdır. Oysa bu iddianın gerçek olmadığını gösteren önemli kanıtlar vardır:

1) Lucy, 1974 yılında bulunduktan hemen sonra iki ayaklı ilan edilmesine rağmen o yıllarda bu fosili inceleyen dünyaca ünlü iki evrimci anatomist, Solly Zuckerman ve Charles Oxnard, bu iddiayı reddetmiş ve canlının yürüyüşünün insanlarınkine benzemediğini vurgulamışlardır. O zamandan bu yana Zuckerman ve Oxnard’ın itirazı önemini korumaktadır.

2) Yeni bulgular Zuckerman ve Oxnard’ın görüşünü doğrular niteliktedir. Australopithecus’un pelvis kemiği üzerinde 2000 yılında yapılan son inceleme, kemiğin insanlarınkinden çok daha farklı olduğunu ve insan benzeri bir yürüyüş modeline sahip olmadığını göstermektedir.4

3) Aynı yıl Lucy’nin önkolları üzerinde yapılan bir inceleme, canlının ellerinin klasik bir “knuckle-walker” anatomisinde olduğunu göstermiştir.5 “Parmak boğumu yürüyücüsü” anlamına gelen bu ifade, yürürken ellerinin boğumlarının da üzerine basan, yani aslında dört ayaklı yürüyen maymunların hareket şeklini tanımlar.

4) Lucy’nin ve tüm Australopithecus türü maymunların iç kulak kanallarındaki denge sistemi üzerinde yapılan inceleme, bu canlıların insanlar gibi dik yürümeye elverişli bir denge sistemine sahip olmadıklarını kanıtlamıştır.6

Kısacası, Lucy’nin (A. afarensis) veya diğer Australopithecus türlerinin insanlar gibi dik yürüdükleri tezi kanıtlardan yoksundur. BBC bile, her ne kadar Walking With Cavemen belgeselinde bu konuyu ispatlanmış bir gerçek gibi sunsa da, belgeselle ilgili internet sitesinde, bu konuda evrimci uzmanlar arasında bile anlaşmazlık olduğunu belirtmektedir.7 Yine aynı sitede kabul edilen bir gerçek, Lucy’nin yürüme şeklinin günümüz orangutanların yürüyüşüne çok benzediğini ortaya çıkaran bulgulardır.

Yani Lucy’nin dik yürüdüğü iddiası, evrimci bir spekülasyondan, zorlama bir yorumdan başka bir şey değildir.

“Dik yürüme” iddiası dışında da, zaten bu canlıları bildiğimiz maymunlardan ayıran hiçbir şey yoktur.

Dolayısıyla bu canlılar sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne aittirler. Onları “insanın atası” olarak tanımlamak, bilimsel değil, tamamen ideolojik bir tercihtir.

“Fosil Yok, Ama Yaşadığını Biliyoruz!”

Nitekim Walking With Cavemen belgeseli de doğaya bilimsel değil ideolojik gözle bakmaktadır. Belgesel, bilimsel kanıtları analiz etmek yerine, bunları Darwinizm’e uydurmaya çalışmakta, bazı noktalarda ise tamamen hayali canlıları varsayarak teorinin açıklarını gizlemek için çabalamaktadır.

Bunun açık bir itirafını programda da duymak mümkündür. Programın ilk bölümünde, Australopithecus’tan söz edildikten sonra, bu canlıların atası olduğu varsayılan bir başka türden söz edilmekte ve şu ilginç yorum yapılmaktadır:

“Bu gizemli maymunlara ait bir fosil hiçbir zaman bulamadık. Ama yine de onlar hakkında birkaç kritik şey biliyoruz. Modern maymunlar gibi etrafta dolaşmak için ellerini ve ayaklarını kullandıklarını biliyoruz.”8

Eğer hiçbir fosil yoksa, bu sözde “atasal maymunların” yaşadığı nereden bilinmektedir?… Çok açıktır ki bu “bilme”nin kaynağı, herhangi bir bilimsel bilgi değil, Darwinizm’e olan körü körüne inançtır. Belgesel yapımcıları, insanın maymunsal atalardan evrildiğine dogmatik bir biçimde inanmakta, delilleri buna göre yorumlamakta, delil olmadığında ise onu varsaymakta sakınca görmemektedirler.

En büyük sorun ise, bu varsayımı izleyicilere “bilgi” olarak sunmalarıdır. Bunun adı propagandadır.

Çürütülmüş Bir Hikaye: “Ormanlar Kurudu, Savanlar Çoğaldı”

Walking With Cavemen belgeseli, Australopithecus’un dik yürüdüğünü iddia ederken, bu dik yürüyüşün nasıl ortaya çıktığını açıklamaya da çalışmaktadır. Bu konuda anlatılan hikaye ise, onyıllardır evrimci kaynaklarda tekrarlanıp duran klasik hikayedir. Hikayeye göre 8 milyon yıl kadar önce Afrika’nın tümü ormanlarla kaplıyken iklim değişmiş, kuraklık başgöstermiş ve çoğu yerde ormanların yerini savanlar (yüksek otlarla dolu kurak araziler) almıştır. Bu otlar arasında iki ayaklı olarak yürümek daha “avantajlı” hale geldiği için Australopithecus türü maymunlar, sözde bu yeni ortama göre evrimleşmişlerdir.

Öncelikle evrimcilerin sıklıkla başvurmak zorunda kaldıkları bu hikayenin bilimsel temelden tamamen yoksun olduğunu belirtmek gerekir; çünkü gerçekte doğal ortamdaki bir değişim, canlıların vücut yapısını etkilemez. Bunun aksine inanmak, Lamarckizm’dir ve bunun bir hurafe olduğu bir yüzyıldır bilinmektedir. Canlıların vücut yapısı genleri tarafından belirlenir, genler de dışarıdaki iklime, bitki örtüsüne göre değişmezler.

Peki evrimciler “savanlarda dikleşen maymun” hikayesini nasıl olup da savunmaktadırlar?… Bunu savunurken yaptıkları -ama pek dile getirmedikleri şey- aslında söz konusu maymunlara, onların iskeletlerini dikleştirecek birtakım “mutasyonlar”ın isabet ettiğine inanmaktır. Bugüne kadar hiçbir canlıya anatomik bir yarar sağlamadığı, aksine önemli zararlar verdiği bilinen mutasyonların, adeta sihirli bir değnek gibi, maymun iskeletine “rötuş”lar yaparak onu dikleştirdikleri gibi akıl ve mantıktan tamamen uzak bir inanca sahiptirler. Fransa’nın 20. yüzyıldaki önde gelen doğa bilimcilerinden biri sayılan zoolog Paul Pierre Grassé, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, söz konusu Darwinist inancı şöyle eleştirmiştir:

… Mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir. 9

İşin ikinci önemli yönü ise, söz konusu “savanlarda dikleşen maymun” hikayesinin temeli olarak gösterilen “ormanlar kurudu, savanlar çoğaldı” iddiasının son bilimsel bilgiler ışığında çürümüş olmasıdır! CNNTurk, 2000 yapımı Walking With Cavemen belgeselini izleyicilerine sunmaktadır, ama söz konusu belgeselin büyük yer verdiği bu hikaye hakkında Discover dergisinin Eylül 2003’teki sayısında ünlü Darwinist Carl Zimmer şu itirafta bulunmuştur:

Atalarımızın iki ayaklılara nasıl evrildiği sorusunun cevabı, onyıllardır berrak bir şekilde ortada gibi duruyordu. (Southern California Üniversitesi Antropoloji Kürsüsü profesörü) Craig Stanford, “Uzunca zamandır kabul edilen görüş, ormanlardan çıkıp savanlara hareket ettiğimiz veya yüksek otların üstünden etrafa bakmak ya da izole ağaç gruplarına ulaşmak için iki ayaklı hale geldiğimiz şeklindeydi” diyor… Ama son yıllarda yeni kanıtlar bu senaryoyu kuşkulu hale getirmiş durumda. “Uzun zamandır savunulan, zayıf bir hominidin ormanın güvencesini bırakarak tehlikeli savanlara gittiği ve burada yeni fikirlerle yaşayabilmek için ayağa kalktığı fikri güzel bir hikaye, ama büyük olasılıkla tamamen hayal ürünü” diyor Stanford. Araştırmacılar eski hominid bölgelerine daha yakından baktıklarında, çoğu, bu alanların aslında birer savan olmadığı, ama düşük veya yüksek yoğunlukta ormanlık araziler olduğu sonucuna varmış durumda. 10

Dolayısıyla Walking With Cavemen belgeselinde binbir zahmetle çekilen “savanlarda gezdiği için dikleşen maymun” sahneleri de tamamen hayal ürünüdür. Böyle bir şeyin gerçekte yaşandığına dair hiçbir kanıt yoktur. Dolayısıyla CNNTurk’ün sözde “atalarımız” olarak lanse ettiği canlıların varlığına inanmak son derece mantıksızdır.

Paranthropus boisei ve Homo rudolfensis

Gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey olmayan Australopithecus hakkındaki tüm hayal ürünü hikayelerden ve dramatizasyonlardan sonra, Walking With Cavemen belgeseli zamanda yolculuk yaparak günümüzden 2 milyon yıl öncesine gitmektedir. Bu zaman diliminde “hominid” (insanımsı) olarak sunulan üç tür vardır:

Paranthropus boisei
Homo rudolfensis
Homo habilis

Paranthropus boisei gerçekte bir Ausralopithecus türüdür. Yani kalın ve güçlü iskelet yapısıyla, küçük beyin hacmiyle, kafatasının tepesindeki kas tutunma çıkıntısıyla, günümüz gorillerine çok benzeyen soyu tükenmiş bir maymundur. İnsanla hiçbir ilgisi yoktur. Nitekim bu gerçek, belgeselde de kabul edilmektedir. Canlının “hominid” (insanımsı) olarak tanımlanması, Darwinist bir önyargıdan başka bir şey değildir.

Homo rudolfensis ise tartışmalı bir türdür. Bazı araştırmacılar bunu Homo habilis sınıflamasına dahil etmeyi tercih ederler. Elimizde bu sınıflamaya ait sadece kafatası vardır, ama hiç beden iskeleti yoktur. Bu belirsizlik nedeniyle olacak, Walking With Cavemen belgeseli de bu canlılar üzerinde fazla durmamakta ve asıl olarak Homo habilis’te yoğunlaşmaktadır. Belgeseldeki hayal ürünü iddialara göre, insanın Australopithecus’tan sonraki atası, Homo habilis adı verilen bu soyu tükenmiş türdür.

Gerçekler ise elbette ki çok farklıdır.

Homo habilis Hikayeleri ve Gerçekler

Öncelikle Homo habilis’i tanımlamak gerekir. “Homo” kelimesi biyolojide insanı ifade eder. Dolayısıyla evrimciler Homo habilis, Homo erectus, Homo rudolfensis gibi farklı türlerin hepsinin insan “genus”u (türden bir üst sınıflama) içinde olduğunu kabul ederler; ancak evrimci teze göre Homo türlerinin erken örnekleri (yani H. habilis ve H. rudolfensis) hala yarı maymun anatomisindedir.

Gerçekte ise bu tanımlama ve sınıflandırmalar, maymundan insana uzanan bir hayali “evrim basamağı” oluşturabilmek için üretilmiş zoraki kategorilerdir.

Bu nedenledir ki, Homo habilis diye bir türün gerçekte var olup olmadığı, evrimciler arasında bile tartışma konusudur.

İtirazlar 1980’lerin başında başladı. Ünlü paleoantropologlar Bernard Wood ve Loring Brace, bu canlının “Homo” yani insan kategorisine dahil edilmesinin yanlış olduğunu, Homo habilis yerine, “alet kullanabilen Güney Afrika maymunu” anlamına gelen Australopithecus habilis olarak sınıflandırılması gerektiğini savundular.

1994 yılında Amerikalı antropolog Holly Smith, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus ve Homo neandertalensis türlerinin dişleri üzerinde yaptığı analizlerle şu sonuca vardı:

“Dişlerin gelişimi ve yapısı kriterine dayanarak yaptığımız analizler, Australopithecus ve Homo habilis türlerinin Afrika maymunlarıyla aynı kategoride olduklarını… göstermektedir.”11

Aynı yıl Fred Spoor, Bernard Wood ve Frans Zonneveld adlı üç anatomi uzmanı, insan ve maymunların iç kulaklarında yer alan ve denge sağlamaya yarayan yarı-çembersel kanalların karşılaştırmalı analizini yaptılar. Spoor, Wood ve Zonneveld’in inceledikleri tüm Australopithecus ve dahası Homo habilis örneklerinin iç kulak kanalları günümüz maymunlarınınkilerle aynıydı.12

Bu alanda otorite sayılan iki ünlü ismin, Bernard Wood ve Mark Collard’un 1999 yılında Science dergisinde yayınlanan incelemeleri ise, Homo habilis ve Homo rudolfensis kategorilerinin hayali olduğunu, aslında bu kategorilere dahil edilen fosillerin Australopithecus sınıflaması içinde incelenmesi gerektiğini ortaya koydu. Wood ve Collard, “yeni bulgular, mevcut bulgulara getirilen yeni yorumlar ve paleoantropolojik kayıtlar üzerindeki kısıtlamalar, bu sınıflamaları Homo cinsine dahil etmek için kullanılan kriterleri geçersiz hale getirmektedir” dedikten sonra şu sonuca varmışlardır:

“Dolayısıyla, H. habilis ve H. rudolfensis, Homo cinsinden çıkarılmalıdır… Şu an için, hem H. habilis’in hem de H. rudolfensis’in Australopithecus cinsine geçirilmesini öneriyoruz.” 13

Wood ve Collard’ın vardıkları sonuç şudur: Walking With Cavemen belgeselinde “insanın maymunsu ataları” olarak canlandırılan türlerin, gerçekte insanla herhangi bir ilişkileri olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur. Belgeselin ilk bölümünde gösterilen canlıların tümü, Australopithecus kategorisine dahil edilmesi gereken soyu tükenmiş maymunlardır.

Aslında Walking With Cavemen belgeselinin yapımcıları bile, belgeselde varlığı kesin bir tür gibi gösterdikleri Homo habilis’in aslında tartışmalı olduğunu itiraf etmektedirler. Belgeselin DVD’sinde yer alan “Fact Files” (Gerçek Dosyaları) bölümünde, Homo habilis’ten söz edilirken “bu başlıklandırma şu anda son derece tartışmalı” demektedirler. Ama “son derece tartışmalı” olan bu hayali canlıyı, sosyal hayatından aile içi ilişkilerine kadar canlandırıp ekranlara taşımakta ve izleyicilere empoze etmekte hiçbir sakınca görmemektedirler.

Homo habilis’in “insanımsı” sayılmasındaki en büyük etken ise, kullandığı varsayılan taş aletlerdir. Belgeselde bu konuya büyük vurgu yapılmakta ve taş aletler yontan H. habilis sahnelerine geniş yer verilmektedir. Oysa programın kritiğini yapan İngiliz yazar Paul Garner’ın da belirttiği gibi 14, H. habilis’in gerçekte bu aletleri kullandığını gösteren kesin bir kanıt yoktur. H. habilis fosillerinin bulunduğu bölgede bazı taş aletler bulunmuş ve bunlar hemen bu canlılara atfedilmiştir. Ancak bu, bir fil fosilinin yakınlarında bıçak bulunduğunda, bunun “fil yapımı bıçak” olduğunu kabul etmek gibi bir şeydir.

I. Bölümün Özeti

Gerçekte Walking With Cavemen belgeselinin birinci bölümünde gösterilen tüm canlılar, bugün soyları tükenmiş maymun türleridir. Bu türlerin bazıları geçtiğimiz onyıllar içinde “Homo” yani insan sınıflamasına dahil edilse de, bunun tümüyle zorlama bir yorum olduğu ve söz konusu canlıların yeniden Australopithecus sınıflamasına alınmaları, yani maymun olarak kabul edilmeleri gerektiği, bugün evrimciler tarafından bile kabul edilmektedir. Belgeselde anlatılan diğer hikayeler -örneğin Afrika’nın savanlaşması ve bunun dik yürüyüşe yol açması- en son bilimsel bulgular tarafından çürütülen boş hikayelerdir.

Sonuçta, elde sadece zorla insanlaştırılmak istenen maymunlar vardır. Walking With Cavemen belgeselinin yapımcıları, bu maymunlara insansı sosyal hayatlar hayal ederek ve insansı makyajlar yaparak Darwinizm propagandası yapmaktadırlar. CNNTurk de bu propagandaya ortak olmuştur. Ama bilim onların aleyhinedir.

Bilim, biraz sonra göreceğimiz gibi, yeryüzündeki ilk insanların hiçbir ataları olmadan, aniden ortaya çıktıklarını göstermektedir.

İKİNCİ BÖLÜM: MAYMUNLAŞTIRILMAK İSTENEN İNSANLAR

Aniden Ortaya Çıkan İnsanlar

homo_ergaster_erectus_img1
CNNTurk belgeselinde Homo ergaster ve Homo erectus insanlarına yapılan makyaj ve sosyal yaşam tasvirleri, yarı-maymun mağara adamları izlenimi vermektedir. Oysa kanıtlar, bu insanları “ilkel” saymak için hiç bir neden olmadığını göstermekte.

CNNTurk’ün “İnsanın Evrimi” adıyla yayınladığı Walking With Cavemen belgeselinin ikinci bölümünü izlemeye başladığınızda, bir önceki hayali maymun-adam tasvirlerinden oldukça farklı tiplemelerle karşılaşırsınız. Artık ekranda tüm vücudu kıllarla kaplı, maymunsu çığlıklar atan şempanze-goril versiyonları değil, dimdik yürüyen, vücutları kıllarla kaplı olmayan, iskeletleri bizden farksız insanlar vardır.

Bunun nedeni, “insanın evrimi” denen hikayeye dahil edilen fosil kayıtlarında, ilk insanların insanlara özgü yapılarıyla aniden ortaya çıkmasıdır. Walking With Cavemen yapımcıları bile, bu gerçeği fazla gizleyememiştir. (Gizlemek için yaptıkları birkaç “maymunlaştırma” rötuşunun neden geçersiz olduğunu az sonra inceleyeceğiz.)

İkinci bölümün başında ekranda gördüğünüz geyik avcısı insanlar, bilim adamlarının Homo ergaster sınıflamasına dahil ettiği insanlardır. Homo ergaster çoğunlukla Homo erectus’la aynı tür olarak kabul edilir; birbirlerine çok benzerler. Dikkat çekici olan, fosil kayıtlarında ortaya çıkan ilk insanlar olan bu kategorilerin, kendilerinden önce gelen sözde “insanımsılardan” (yani Australopithecus türleri ve H. habilis, H. rudolfensis gibi gerçekte Australopithecus olan zorlama “homo”lardan) çok farklı olmalarıdır. Evrimci araştırmacı Hawks ve ekibi, Journal of Molecular Biology and Evolution dergisinde yayınlanan 2000 tarihli makalelerinde kendileri açısından şaşırtıcı olan bu durumu şöyle özetler:

“Biz de, diğer pek çok (uzman) gibi anatomik kanıtların yorumundan şu sonuca varıyoruz: Erken H. sapiens’ler (H. erectus ve H. ergaster’in), kendilerinden önce gelen veya onlarla eşzamanlı olan Australopithecuslardan hem iskeletleri hem de davranışları açısından neredeyse her yönden çok farklıydılar.”15

Homo erectus ve Homo ergaster: Farklı İnsan Irkları

Homo erectus ve Homo ergaster büyük ölçüde aynı anatomiye sahiptir; gerçekte H. ergaster, Afrika’da bulunan H. erectus fosillerine verilen isimdir.

Homo erectus “dik yürüyen insan” anlamına gelir. Evrimciler bu insanları, “erect” (dik) sıfatı ile öncekilerden ayırmak zorunda kalmışlardır. Çünkü eldeki tüm Homo erectus fosilleri, Australopithecus ya da Homo habilis örneğinde görülmediği kadar diktir. Günümüz insanının iskeleti ile Homo erectus iskeleti arasında hiçbir fark yoktur. Bunu gösteren en ünlü örnek, Kenya’daki Turkana Gölü yakınlarında bulunan “Turkana Çocuğu” fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12 yaşında bir çocuk olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83 m. boyunda olacağı saptanmıştır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanınınkinden farksızdır. Amerikalı paleoantropolog Alan Walker, “ortalama bir patoloğun bu fosilin iskeletiyle, bir günümüz insanı iskeletini birbirinden ayırmasının çok güç olduğunu” söyler. Walker kafatası için de, “bir Neandertal kafatasına aşırı derecede benzediğini” söylemektedir.16 Neandertaller biraz sonra inceleyeceğimiz gibi günümüz insanının bir ırkıdırlar. Dolayısıyla Homo erectus da yine günümüz insanının bir ırkıdır.

Nitekim Connecticut Üniversitesi’nden Prof. William Laughlin, Eskimolar ve Aleut Adaları insanları üzerinde uzun yıllar anatomik incelemeler yapmış ve bu insanlar ile Homo erectus’un şaşırtıcı derecede birbirlerine benzediklerini görmüştür. Laughlin’in vardığı sonuç, tüm bu ırkların gerçekte Homo sapiens türüne (günümüz insanına) ait farklı ırklar olduğudur:

 

Hepsi Homo sapiens türüne ait olan Eskimolar ve Avustralya yerlileri gibi uzak gruplar arasındaki büyük farklılıkları dikkate aldığımızda, Homo erectus’un da kendi içinde farklılıklar taşıyan bu türe (Homo sapiens’e) ait olduğu sonucuna varmak çok mantıklıdır. 17


Evrimcilerin Homo erectus’u “ilkel” saymaktaki en önemli dayanakları ise, kafatası hacminin (900-1100 cc.) günümüz insanınınkinin ortalamasından küçüklüğü ve kalın kaş çıkıntılarıdır. Oysa bugün de dünyada Homo erectus’la aynı kafatası hacmi ortalamasında pek çok insan yaşamaktadır (örneğin pigmeler) ve bugün de çeşitli ırklarda kaş çıkıntıları vardır (örneğin Avustralya yerlileri Aborijinler’de). Turkana Çocuğu’nun kafatası yapısının ise bugün Afrika’da halen yaşayan Masai kabilesinin bireylerinin kafatası yapısına çok benzediği tespit edilmiştir.

Kafatası hacmi farklılığının zeka ve beceri yönünden hiçbir fark oluşturmadığı ise bilinen bir gerçektir. Zeka, beynin hacmine göre değil, beynin kendi içindeki organizasyonuna göre değişir.18

Kısacası Walking With Cavemen belgeselinde “ilkel insan” olarak tasvir edilen Homo erectus’un (veya Homo ergaster’in) gerçekte ilkel olduğunu gösteren hiçbir bulgu yoktur. Belgeselde bu insanların ilkel bir konuşmaya sahip oldukları da ileri sürülmüştür; bu da tespit edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan, hiçbir bilimsel kanıta dayanmayan bir spekülasyondan başka bir şey değildir.

Homo erectus’un yapay bir sınıflama olduğu, Homo erectus kategorisine dahil edilen fosillerin gerçekte Homo sapiens’ten ayrı bir tür sayılacak kadar farklılık taşımadığı, son yıllarda bilim dünyasında giderek daha fazla dile getirilmektedir. En son 2000 yılında düzenlenen ve sonuçları American Scientist dergisinde yayınlanan Senckenberg konferansında, Michigan Üniversitesi’nden Milford Wolpoff, Canberra Üniversitesi’nden Alan Thorne ve meslektaşları “Homo erectus’un bir tür olarak geçerliliği bulunmadığını, tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini” savunmuşlardır. Bu bilim adamlarının vardıkları sonuca göre, “Homo cinsinin tüm üyeleri, 2 milyon yıl öncesinden günümüze kadar, varyasyona oldukça açık ve geniş alanlara yayılmış tek bir tür, yani Homo sapiens türüdür”19

Yani ortada “ilkel insanlardan modern insanlara doğru geçiş” değil, dünyanın farklı bölgelerinde farklı ırklar halinde yaşamış tek bir insan türü (Homo sapiens) vardır.

Bu tek insan türü ile “insanın evrimi” senaryosunda kendisinden önce gelen maymunlar (Australopithecus, Homo habilis) arasında ise büyük bir uçurum vardır.

Dolayısıyla fosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, evrim süreci olmadan, aynı anda ve aniden ortaya çıkmışlardır. Bu ise insanın kökeninin “evrim” değil “yaratılış” olduğunu gösteren bir bilimsel kanıttır.

Homo heidelbergensis ve Nearderthaller

homo_neanderthalensis_img1
Neandertal insanları CNNNTurk belgeselinde hayalgücü olmayan ilkel maymun-adamlar gibi gösterilse de, kanıtlar bu insanların ileri bir kültüre sahip olduğunu göstermektedir. Neandertallerin müzik duygusu bile kanıtlanmıştır.

Walking With Cavemen belgeseli Homo erectus ve Homo ergaster hakkındaki canlandırmalarından sonra bir kez daha tarih içinde yolculuk yaparak 500 bin yıl öncesine varmaktadır. Bu dönemde ele alınan insan ırkları; Homo heidelbergensis (archaic Homo sapiens olarak da bilinir) ve Neandertallerdir.

Belgeselde Darwinist önyargılar gereği bu insanlar yine “ilkel insan” olarak tasvir edilmektedir. Oysa önyargıları bir kenara bırakır ve sadece kanıtları ele alırsak, bu insanları “ilkel” saymak için hiçbir gerekçe olmadığını görürüz.

Homo heidelbergensis günümüz insanından ancak çok küçük farklılıklarla ayrılır. Hatta bazı araştırmacılar, bu ırkın temsilcilerinin günümüzde hala yaşamakta olduklarını söyleyerek Avustralyalı Aborijin yerlilerini örnek gösterirler. Aborijin yerlileri de aynı bu ırk gibi kalın kaş çıkıntılarına, içeri doğru eğik bir çene yapısına ve biraz daha küçük bir beyin hacmine sahiptirler. Ayrıca çok yakın bir geçmişte Macaristan’da ve İtalya’nın bazı köylerinde bu insanların yaşamış olduklarına dair çok ciddi bulgular elde edilmiştir.

Neandertaller de özgün bir insan ırkıdır. Beyin hacmi ortalamalarının günümüz ortalamasından bile yüksek olduğu bilinmektedir. Bir zamanlar Darwinist önyargılar sonucunda yarı-maymun yaratıklar olarak gösterilen Neandertaller hakkındaki tüm “ilkellik” iddiaları bir bir çürümüştür. Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi’nden paleoantropolog Erik Trinkaus şöyle yazar:

 

“Neandertal kalıntıları ve günümüz insanı kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertallerin anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz insanlarından aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.”20


Kafatası Hacmi Karşılaştırmaları ve Maymunlar ile İnsanlar Arasındaki Büyük Fark

Darwinistlerin çoğu zaman evrimci bir bakış açısıyla yorumladıkları kafatası hacmi karşılaştırmaları, son veriler ışığında, evrim teorisinin aleyhine dönmüş durumdadır. 1998 yılında yapılan ve Science dergisinde “Hominid Beyninin Evrimi: Görünüş Aldatıcı Olabilir” başlığıyla yayınlanan bilimsel makalede, önceki yıllarda yapılan kafatası hacmi ölçümlerinde özellikle Australopithecus türlerinin boyutunun yanlış bir teknik nedeniyle abartıldığı ortaya konmuştur. Makalenin yazarı D. Falk, evrimci iddialara da yer vermekle birlikte, 2 milyon yıl kadar önce hominid kafatası boyutunda “dramatik bir yükseliş” olduğunu ve “beyin hacminin neredeyse iki katına çıktığını” yazmak durumunda kalmıştır.21

Evrimci önyargılar bir kenara bırakılarak düşünüldüğünde, bu bulgunun açık sonucu şudur: Bundan 2 milyon yıl kadar önce, ilk insanlar ortaya çıkmıştır ve bu insanların beyin hacimleri, kendilerinden önce yaşamış maymunlarınkinden iki kat daha büyüktür.

Yani ortada bir “evrim” değil, “aniden ortaya çıkış” durumu vardır.

Evrimcilerin bu konuda malzeme edindikleri en önemli nokta, “erken Homo sapiens” denen ilk insanların (Homo ergaster, Homo erectus veya Homo heidelbergensis) kafatası hacimlerinin günümüz ortalamasından daha düşük olmasıdır. Ancak bu durum, söz konusu insanların “ilkel” oldukları anlamına gelmez; çünkü gerçekte günümüz insanının kafatası hacmi de ırklara ve bireylere göre çok büyük farklılıklar içermektedir ve “erken Homo sapiens” örnekleri, günümüz insanının kafatası hacmi yelpazesine kolaylıkla sığmaktadır. Şemada görüldüğü gibi:

SINIFLAMA BEYİN HACMİ
Goril 340 – 752 cc
Şempanze 275 – 500 cc
Australopithecus 370 – 515 cc
Homo habilis 552 cc (ortalama)
Homo ergaster 854 cc (ortalama)
Homo erectus 850 – 1250 cc
Homo neanderthalensis 1100 – 1700 cc
Homo sapiens(günümüz insanı) 700 – 2200 cc

Günümüzde yaşayan insanların kafatası hacimlerinin 700 cc’den 2000 cc’ye kadar değiştiği bilinmektedir. Fosil kayıtlarına baktığmızda, insana özgü söz konusu kafatası hacmine sahip olan fosillerin Homo ergaster ile başladığını, Homo erectus ve Homo neanderthalensis’i (Neandertal adamı) içine aldığını görürüz. Daha önceki fosiller (yani Australopithecus ve Homo habilis) ise, açıkça maymunların kafatası hacmine sahiptir. Kafatası hacimlerini gösteren üstteki şema, insanların yeryüzünde aniden ve hiçbir ataları olmadan ortaya çıktıklarını yani yaratıldıklarını bir kez daha göstermektedir.(Şema kaynağı: Casey Luskin “Intelligent Design, Human Evolution, and Bioethics”, www.ideacenter.org)

Erken İnsan Irklarını “İlkel” Göstermenin Yanlışlığı

Tüm bu gerçeklere rağmen Darwinistler, erken Homo ırklarını ilkel saymakta kararlıdırlar; çünkü teorilerinin gereği budur. Bu dogmatik yaklaşım, Walking With Cavemen belgeseline de hakimdir. Belgeselde erken insan ırklarının düzgün konuşamadıkları veya hayal etme yeteneğinden yoksun oldukları iddiası ısrarla vurgulanmaktadır. Ancak bu da tamamen hayal ürünü, hiçbir dayanağı olmayan bir varsayımdan ibarettir.

Belgeselde tasvir edilen tüm diğer “ilkellik” görüntüleri -çiğ et yeme, vahşi davranışlar vs.- tamamen hayalidir. Bu insanların eti pişirmeden yediklerini tespit edebileceğimiz ya da vahşi davrandıklarını gösteren hiçbir kanıt yoktur. Elimizde bu insanların fosilleri vardır ve fosillerden bu tür sonuçlar çıkmamaktadır.

İngiliz yazar Paul Garner, belgeseldeki bu çarpıtmayı şöyle yorumlamaktadır:

 

(Walking With Cavemen’de) evrimci fikirleri güçlendirmek için insani karakterlere maymun-benzeri davranışlar atfetme yönünde güçlü bir çaba dikkati çekmektedir. Örneğin ergaster insanları, hiç kıyafet giymeyen, pişmemiş et yiyen, maymunsu jestler ve mimikler kullanan yaratıklar olarak gösterilmektedir. Bu hayvansılık vurgusu, özellikle yaşlı erkeğin, rakibiyle dövüşen genci vahşice dövmesi sahnesinde en şiddetli formunu almaktadır. Ergaster’e atfedilen bu hayvansı davranış dayanaksızdır ve program yapımcılarının evrimsel önyargılarının bir sonucudur. Ergaster’in insani özelikleri (anatomisi ve alet yapımı) kanıta dayanırken (ona atfedilen) maymunsu özellikler spekülatiftir ve kanıtsızlığa dayanmaktadır.


Dahası, Paul Garner’ın vurguladığı gibi, gerçekte Homo erectus’un giysi kullandığına dair dolaylı bir kanıt vardır: Homo erectus fosilleri Almanya, Sibirya ve Dmanisi (Karadeniz sahili)nde bulunmuştur ve kışları hayli soğuk olan bu coğrafyalarda giysisiz insanların yaşamlarını sürdürebilmesi imkansız gözükmektedir.

Bunun yanısıra erectus/ergaster insanlarının belgeselde iddia edildiğinin aksine ileri bir zekaya, hayalgücüne ve kültüre sahip olduklarını gösteren çok önemli bir kanıt vardır; ama onyıllardır evrimciler tarafından ısrarla göz ardı edilmektedir. Bu kanıtlardan biri, ünlü fosil araştırmacısı Louis Leakey’nin 1970’lerin başında Olduvai Gorge’da bulduğu 1.7 milyon yıllık kulübe kalıntılarıdır.22 Leakey ve diğer araştırmacılar, bu kalıntıların “ancak Homo sapiens” tarafından yapılabilecek kadar kompleks bir kulübeye ait olduğu sonucuna varmışlardır. Homo erectus’u “ilkel” sayan önyargı bir kenara bırakılırsa, bu kulübenin o dönemde yaşayan erectus insanları tarafından yapıldığı ve bunun da ileri bir “erectus kültürü”nü yansıttığı ortaya çıkar.

Homo erectus hakkındaki bir diğer çarpıcı kanıt, bu insanların denizcilik yaptıklarına işaret eden bulgulardır. New Scientist dergisinde “Ancient mariners: Early humans were much smarter than we suspected” (Antik Denizciler: İlk İnsanlar Sandığımızdan Çok Daha Akıllıydılar) başlığıyla yayınlanan bir makalede, 700 bin yıl önce yaşamış Homo erectusların denizcilik yaptıklarına dair kanıtlardan söz edilmiştir.23

Kulübe inşa eden, denizcilik yapan insanların Walking With Cavemen belgeselinde ilkel maymun-adamlar olarak gösterilmesi ise, bu belgeselde ne kadar büyük bir çarpıtma yapıldığını göstermektedir.

bone_fl
bone_fl
Neandertal insanına ait kemikten yapılmış flüt. Bu flüt üzerinde müzikoloji uzmanı Bob Fink’in yaptığı üstteki hesaplamalar, deliklerin doğru notalarda ses verecek şekilde dizildiğini, yani bunun son derece ustaca tasarlanmış bir enstrüman olduğunu göstermektedir.

Aynı çarpıtma Neandertellar için de yapılmış ve bu insanlar “hayal etme yeteneğinden yoksun” ilkeller olarak tasvir edilmiştir. Oysa fosil bulguları, Neandertallerin ileri bir kültüre de sahip olduklarını göstermektedir. Bunun en ilginç örneklerinden biri, Neandertal insanları tarafından yapılmış olan fosilleşmiş bir flüttür. Bir ayının uyluk kemiğinden yapılmış olan söz konusu flüt, arkeolog Ivan Turk tarafından 1995 Temmuzu’nda Kuzey Yugoslavya’daki bir mağarada bulunmuştur. Daha sonra da bir müzikolog olan Bob Fink, flütü analiz etmiştir. Fink, karbon testine göre yaşının 43.000 ile 67.000 yıl arasında olduğu düşünülen bu aletin, 4 nota çıkardığını ve flütte yarım tonlar ve tam tonların da olduğunu tespit etmiştir. Bu keşif, Neandertallerin Batı müziğinin temel formu olan yedi nota ölçüsünü kullandıklarını göstermektedir. Flütü inceleyen Fink, “eski flütün üzerindeki ikinci ve üçüncü delikler arasındaki mesafenin, üçüncü ve dördüncü delikler arasındaki mesafenin iki katı” olduğunu belirtmektedir. Bunun anlamı, birinci mesafenin tam notayı, ona komşu olan mesafenin de yarım notayı temsil ettiğidir. “Bu üç nota inkar edilemez bir şekilde diatonik bir ölçekteki gibi ses çıkarır” diyen Fink, Neandertallerin müzik kulağı ve bilgisi olan insanlar olduğunu belirtmektedir.24

Diğer bazı fosil bulguları, Neandertallerin ölülerini gömdüklerini, hastalarına baktıklarını, kolye ve benzeri takı eşyaları kullandıklarını göstermektedir.25

Öte yandan fosil kazıları sırasında Neandertal insanları tarafından kullanıldığı tespit edilen 30 bin yıllık bir dikiş iğnesi de bulunmuştur. Kemikten yapılmış olan bu iğne son derece düzgündür ve iplik geçirilmesi için açılmış bir deliğe sahiptir.26 Elbette ki dikiş iğnesine ihtiyaç duyacak bir giyim-kuşam kültürüne sahip olan insanların “‘ilkel” sayılması mümkün değildir.

Bütün bu bilimsel kanıtlara rağmen Neandertalleri “ilkel” saymakta ısrar eden Walking With Cavemen belgeseli ise, gerçekte bir belgesel değil, yalanlara dayalı bir propaganda filminden ibarettir.

Sonuç

CNNTurk, Walking With Cavemen belgeselini yayınlayarak Türk toplumuna “insanın evrimi” iddialarının bilimsel bir gerçek olduğu izlenimini vermek istiyor olabilir. Ancak bu mesaj, tek kelimeyle bir aldatmaca olacaktır; çünkü evrim teorisinin tümü gibi “insanın evrimi” teorisi de tam anlamıyla kriz içindedir.

Ve bu durum, bu teorinin savunucuları tarafından bile itiraf edilmektedir.

İnsanın kökeni konusundaki ünlü yayınlardan biri olan Discovering Archeology dergisinde, derginin editörü Robert Locke tarafından yazılan makalede “insanın atalarını aramak, ışıktan çok ısı veriyor” denmekte ve ünlü evrimci paleoantropolog Tim White’ın şu itirafı aktarılmaktadır: “Bugüne dek cevaplayamadığımız sorulardan dolayı hepimiz hüsrana uğramış durumdayız.”27

Sorun, evrim teorisinin tüm iddialarının bilimsel kanıtlarla sürekli ters düşmesidir. Kanıtlar, yeryüzündeki farklı canlı gruplarının -insanlar dahil- hep aniden ve kendi özgün yapılarıyla ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bu ise “evrim”e değil, “bilinçli tasarım”a yani yaratılışa delildir.

Bu nedenledir ki bugün bilim dünyasında, evrim teorisinin dogmatik taraftarlarına karşı “bilinçli tasarım hareketi”nin (Intelligent Design Movement) bilimsel meydan okuyuşu yankılanmaktadır.

CNNTurk yetkililerinin, bu gerçekleri araştırmaları, “bilinçli tasarım”ın kanıtlarını inceleyerek gerçekleri izleyicilerine aktarmaları gerekmektedir. Ve eğer yaşamın kökeni hakkında gerçekten bilimsel belgeseller yayınlamak istiyorlarsa, Walking With Cavemen benzeri Darwinizm’i körü körüne savunan filmler yerine objektif belgesellere başvurabilirler.

Böylece CNNTurk izleyicileri de, Darwinist propagandalarla aldatılmak yerine, kanıtları objektif olarak inceleme imkanı bulacaklardır.

Ve kanıtları objektif olarak inceleyen herkes, şu açık gerçeği görecektir: Yeryüzünde yaşamın kaynağı rastlantısal, kör bir “evrim süreci” değil, yaratılıştır. Allah tüm canlı gruplarını özgün ve mükemmel vücut yapılarıyla ayrı ayrı yaratmıştır.

1-Phillip E. Johnson, “Mothballed Science, Touchstone Magazine, December 2003
2-Programme of the day. The Sunday Telegraph TV & Radio 23-29 March 2003, s.43
3-Gee, H., “Return to the planet of the apes,” Nature, 412:131–132 (July 12, 2001)
4-Marchal, F., “A New Morphometric Analysis of the Hominid Pelvic Bone,” Journal of Human Evolution, 38:347-365 (2000)
5-Collard, M., Aiello, L. C., “From forelimbs to two legs,” Nature, 404:339-340 (March 23, 2000)
6-Spoor, F., Wood, B., Zonneveld, F., “Implications of early hominid labyrinthine morphology for evolution of human bipedal locomotion,” Nature, 369:645-648 (June 23, 1994)
7-http://www.bbc.co.uk/science/cavemen/chronology/contentpage1.shtml
8-Yorum, Walking With Cavemen Belgeseli 1. bölümde 11. dakikada geçmektedir. Alıntının İngilizce orjinali: “We have never found any fossil evidence of these mysterious apes. Yet we know a few vital things about them. We know that like modern apes, they use their hands as well as their feet to move around.”
9-Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, 1977, s. 103
10-Carl Zimmer, “Great Mysteries of Human Evolution”, Discover, Vol. 24, No. 9, September 2003
11-Holly Smith, American Journal of Physical Antropology, Cilt 94, 1994, ss. 307-325
12-Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, “Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion”, Nature, cilt 369, 23 Haziran 1994, s. 645-648
13-Bernard Wood, Mark Collard, “The Human Genus”, Science, vol 284, No 5411, 2 April 1999, pp. 65-71
14-http://www.biblicalcreation.org.uk/origins_archaeology/bcs127.html
15-Hawks, J., Hunley, K., Sang-Hee, L., Wolpoff, M., “Population Bottlenecks and Pleistocene Evolution,” Journal of Molecular Biology and Evolution, 17(1):2-22 (January, 2000)
16- Boyce Rensberger, The Washington Post, 19 Kasım 1984
17-Marvin Lubenow, Bones of Contention, Grand Rapids, Baker, 1992. s. 136
18-Marvin Lubenow, Bones of Contention, Grand Rapids, Baker, 1992, s. 83
19-Pat Shipman, “Doubting Dmanisi”, American Scientist, November- December 2000, p. 491
20-Erik Trinkaus, “Hard Times Among the Neanderthals”, Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10; R. L. Holloway, “The Neanderthal Brain: What Was Primitive”, American Journal of Physical Anthropology Supplement, Cilt 12, 1991, s. 94
21-Falk, D., “Hominid Brain Evolution: Looks Can Be Deceiving,” Science, 280:1714 (June 12, 1998)
22-A. J. Kelso, Physical Anthropology, 1.b., 1970, ss. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, Cilt 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s. 272
23-“Ancient mariners: Early humans were much smarter than we suspected”, New Scientist, March 14, 1998
24-The AAAS Science News Service, Neandertals Lived Harmoniously, 3 April 1997
25-Ralph Solecki, Shanidar: The First Flower People, Knopf: New York, 1971,sf.196; Paul G. Bahn and Jean Vertut, Images in the Ice, Leichester: Windward, 1988, sf.72
26-D. Johanson, B. Edgar, From Lucy to Language, s. 99, 107
27-Robert Locke, “Family Fights” Discovering Archaeology, July/August 1999, pp. 36-39

http://harunyahya.org/tr/Makaleler/8478/CNNturkun-evrim-yanilgilar