Fosiller evrimcilerin sahtekarlıklarını ortaya döküyor

Evrim Teorisi, Darwinizm, Charles Darwin, uçan dinozorlar, karaya çıkan ve sürüngene dönüşen balıklar, fosiller. Bunlar hemen hemen her insanın aşina oldukları kavramlar ve isimlerdir. Pek çok insan, evrim teorisinin Charles Darwin tarafından ortaya atılan bir teori olduğunu bilir ve bunun “bilimsel” ve kendisinin anlayamayacağı bir konu olduğunu düşünürek pek ilgilenmez. En fazla ortaokul veya lise biyoloji kitaplarından öğrendikleri ile yetinir.

Oysa evrim teorisinin insanlık için çok önemli bir yönü vardır; evrim teorisi, bilim tarihinin en büyük ve en uzun zaman sürdürülen bilim sahtekarlığıdır. Tüm dünya tarihini inceleseniz bile, belki de daha büyük ve kapsamlı bir sahtekarlıkla karşılaşamazsınız. Tarih boyunca elbetteki, bilimin ve teknolojinin henüz gelişmemiş olduğu dönemlerde, eldeki yetersiz imkanlar nedeniyle pek çok yanılgılar, yanlış inançlar oluşmuştur. Ancak bunlar sahtekarlık niteliğinde değildir, çünkü gerçekler görüldüğünde insanlar hemen yanlış bilgileri bir kenara bırakarak doğruları kabul etmişlerdir. Fakat ne var ki evrim teorisi için bu durum söz konusu olmamıştır. Charles Darwin evrim teorisini ortaya attığında iddialarını 19. yüzyılın ilkel ve bugüne kıyasla son derece geri bilim seviyesine dayandırmıştı. Daha doğrusu bu teoriyi ortaya atarken, teorisini destekleyebileceği bilimsel tek bir delil veya bir örnek ortaya koymamıştır.

Darwin’in tek avuntusu, bilim geliştikçe, bu iddialarının bir şekilde delillendirileceği idi. Fakat geçen zaman Darwin’in lehine değil, aleyhine işledi ve bilimin ilerlemesiyle elde edilen bilgiler, evrimin hiçbir zaman gerçekleşmediğini gösterdi. Ama, tarihte ilk kez, bilim eski bir teorinin doğru olmadığını göstermesine rağmen, bazı bilim adamları bunu görmezlikten geldiler ve sanki evrim teorisi bilim tarafından kesin olarak ispatlanmış ve aksi mümkün olmayan bir gerçekmiş gibi onu savunmaya başladılar. Hatta, öyle bir kampanya ve propoganda yürüttülerki “evrim eşittir bilim” dediler ve evrime karşı çıkanları “bilim düşmanı” ve “yobaz” olmakla suçladılar. Evrim teorisi, Amerika’dan ülkemize kadar her ülkede aynı şekilde savunuldu, ne ilginçtir ki, karşı çıkanlar da aynı yöntemlerle susturulmaya çalışıldı. Evrim teorisi, bir teori olmaktan çıkarıldı, adeta bir ideolojinin sloganı gibi korundu.

İşte bu gerçeği herkes bilmez. Oysa evrim teorisi bugün birkaç bilim dalı tarafından çok kesin olarak yalanlanmaktadır. Ama insanların büyük bir bölümü, özellikle evrimle ilgili konuların çok ağır ve anlaşılmaz olduklarını, bu konuları araştırsalar bile anlayamayacaklarını, bunun sadece bilim adamlarının anlayışına açık bir konu olabileceğini zannetikleri için bu sahtekarlığın farkına hiçbir zaman varamamışlardır. Ben bugün yazımda, evrim teorisinin bilimsellikten son derece uzak ve delilsiz bir teori olduğu ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Bundaki amacım, evrim teorisinin bilim dışı olduğunu anlatmanın yanısıra, her insana, bukonunun tüm insanlar için anlaşılabilir ve araştırılabilir olduğunu da göstermek.

Evrim teorisi birçok bilim dalının alanına girer; Paleontoloji, mikrobiyoloji, karşılaştırmalı anatomi, biyokimya, popülasyon genetiği, biyofizik… Benim bugün size örnekler vereceğim konu paleontoloji, yani fosil bilimi.

Bilindiği gibi evrim teorisi, canlılığın ilkelden gelişmişe doğru, yavaş yavaş ve kademe kademe gelişimlerle türediğini iddia eder. Örneğin evrim teorisine göre bir kuş, bir dinozorun yavaş yavaş bazı organlarının ve uzuvlarının aşama aşama değişmesiyle oluşmuştur. Evrimci bir bilim adamının çok bilimsel (!) bir varsayımına göre sinek kovalayan ve bu esnada sineği yakalayabilmek için ön ayaklarını açıp kapatan dinozorların ayakları yavaş yavaş kanatlara dönüşmeye başlamış ve nihayetinde bir gün dinozorlar uçmuş, kuş olmuşlardır.Paleontoloji, yani fosil bilimi ise evrim teorisinin ispatı açısından son derece önemlidir. Çünkü, yukarıdaki paragrafta aktardığım iddia eğer doğru ise, bu yavaş ve kademeli geçişleri, geçmişte yaşayan hayvanların fosillerini inceleyerek görebiliriz. Nasıl mı?

Diyelim ki evrim teorisinin iddia ettiği gibi, bir dinozorun ön ayakları yavaş yavaş kanata dönüşmeye başladı. Öyle ise ilk aşamada bu hayvanın ön ayakları ayakla kanat arasında özellikler göseteren, yarı ayak yarı kanat bir organa dönüşecektir. Bu geçiş aşaması evrimcilerin hesaplarına göre yüzmilyonlarca yıl sürdüğüne göre, böyle garip organlara sahip, sakat, ucube yaratıklardan geçmişte milyonlarca yaşamış olması gerekir. Bu durumda fosil kayıtlarında bizim dinozor ve kuştan daha çok, yarı kuş yarı dinozor yaratıkların fosillerine rastlamamız gerekir. Evrimciler bu tam gelişmemiş ve bir türün diğerine dönüşmesinde bir ara tür görevi gören hayali yaratıklara “ara geçiş formu” adını verirler. Ve bu ara geçiş formlarının her türün oluşumunda yer almaları gerekmektedir. Söz gelimi, balıktan sürüngene geçişi temsil eden yarı balık yarı sürüngen canlıların da yaşamış olmaları ve dolayısıyla bunların da fosillerine rastlamamız gerekir.

Ne var ki, fosil kayıtları hiçbir zaman evrimcilerin umdukları, harıl harıl aradıkları ara geçiş formu fosillerini evrimcilere vermemiştir. Bu evrimcilerin, başta Charles Darwin olmak üzere, en büyük hayal kırıklıklarından biridir. Fosil kayıtlarında hep, günümüzde yaşayan canlıların benzeri veya tıpatıp aynısı olan canlıların tam ve en son halleriyle fosilleri bulunmaktadır. Ama bir tane bile ara geçiş formu olarak tanımlanabilecek bir canlı fosiline rastlanmamıştır.

Şimdi bu kadar kesin şekilde bunu ifade etmem bazı kimselerin aklında soru işaretleri oluşturabilir, bu nedenle burada özetlediğim bilgileri, bir de dünyanın önde gelen bilim adamlarının sözlerinden alıntılar yaparak bilgilerinize sunmak istiyorum.İlk olarak teoriyi ortaya atan Charles Darwin’in fosil kayıtları ile ilgili endişelerine yer vermekte fayda var. Bakın Charles Darwin fosil kayıtlarında evrim teorisinin delillerini bulamadığından ünlü Türlerin Kökeni isimli kitabında nasıl defalarca yakınmıştır:

 

Peki ama geçit bölgelerde, yaşam koşullarının geçiştiği yerlerde, neden birbirine yakın geçişsel çeşitlere (ara geçiş formlarına) rastlamıyoruz? Bu güçlük, uzun süre, kafamı karmakarışık etti.

Türler başka türlerden belli belirsiz aşamalardan geçerek türediyse, neden her yerde sayısız geçişsel biçimlere (ara geçiş formları) rastlamıyoruz? Bugün gördüğümüz türler yerine doğada neden biçimlerin karmakarışıklığı ile karşılaşmıyoruz?


Eskiden var olmuş ara çeşitlerin sayısının da gerçekten pek büyük olması gerekir. Öyleyse bütün yerbilimsel oluşumlar ve bütün tabakalar geçişsel biçimlerle(ara formlar) neden tıka basa dolu değildir? Yerbilim (jeoloji), organik yaratıkların böylesine kopuksuz bir zincirini asla günışığına çıkarmamıştır; ve bu, belki, Doğal Seleksiyon Teorisine karşı çıkarılabilecek en açık ve en zorlu aykırılıktır.

Charles Darwin, fosil kayıtlarında aradıklarının bulunmadığını biliyordu, ama avuntusu ilerleyen yıllarda yapılan araştırmalarla bulunacakları yönündeydi. Ancak geçen zaman Darwin’in aleyhine işledi ve fosil kayıtları zenginleştikçe, evrim teorisinin iddia ettiği türün türe yavaş yavaş ve kademeli gelişiminin asla gerçekleşmediği ortaya çıktı. Aksine türler, fosil kayıtlarında aniden ve en son halleriyle belirmekteydiler.Chicago Doğa Tarihi Müzesi, Jeoloji Bölümü Başkanı Dr. David Raup bu önemli bilgiyi şöyle verir: “Çoğu insan fosillerin, Darwin’in hayatın tarihi hakkındaki görüşlerine kanıt olduğunu zanneder. Oysa ki bu kesinlikle yanlış bir düşüncedir.”

Bu konuyla ilgili çarpıcı bir bilgiyi ise iki bilim adamı arasındaki yazışmadan alıyoruz. Dr. Colin Patterson evrimci bir paleontologdur ve “Evolution” isimli kitabın yazarıdır. Dr. Colin Patterson kendisine, neden kitabında ara geçiş formlarından hiç söz etmediğini soran meslektaşı Luther D. Sunderland’a, şöyle bir cevap veriyor: “Kitabımda evrimsel geçiş formları ile ilgili illüstrasyonların eksik olduğu görüşünüze tamamıyla katılıyorum. Eğer herhangi bir canlı veya fosil bilseydim tabi ki bunu kitabıma ilave ederdim. Siz ara geçiş formlarını görselleştirmem için bana bir ressam (sanatçı) öneriyorsunuz ama bu bilgileri nereden bulsun? Dürüst olmak gerekirse ben bu bilgileri sağlayamam ve eğer artistik bir takım çizimler yapsam o zaman okuyucuları yanıltmış olmaz mıyım? Stephen Jay Gould (günümüzün en önde gelen evrim savunucularından) ve American Museum elemanları hiçbir ara geçiş formunun bulunmadığını söyledikleri zaman onlara karşı koyan kimse olmadı. Ben bir paleontolog olarak, fosil kayıtlarının atalarını tanımlama ile ilgili felsefi problemlerle sarılmış durumdayım. Bir türün başka hangi tür canlıdan geldiğini gösteren bir fosil fotoğrafı göstermemi istemişsiniz – böyle bir fosil kaydı mevcut değil.”

Bu bilim adamlarının da belirttiği gibi ara geçiş formlarına ait bir tane bile fosil bulunmaması, geçmişte, hiçbir dönemde türlerin birbirlerine dönüşmediklerini, yani evrimin gerçekleşmediğini gösteren önemli delillerden biridir. Canlılar, birbirlerinden türememişlerdir, hiçbir canlı arasında ata-torun ilişkisi yoktur. Fosil kayıtlarında da görüldüğü gibi, canlılık aniden, en son halleriyle, birden bire belirmiştir. Kediler her zaman kedi, maymunlar her zaman maymun, dinozorlar her zaman dinozor, insanlar her zaman insan, kuşlar ise her zaman kuş olarak varolmuşlardır. Bunların bizlere gösterdiği açık gerçek ise evrim değil, üstün bir Yaratıcı’nın, Allah’ın kusursuz yaratışıdır.
http://harunyahya.org/tr/Makaleler/8468/Fosiller-evrimcilerin-sahtekarliklarini-ortaya-dokuyor