Homolog organ
Yeryüzündeki farklı canlı türlerini inceleyen her insan, bu türler arasında bazı benzer organlar ve özellikler bulunduğunu gözlemleyebilir. 18. yüzyıldan itibaren biyologların dikkatini çeken bu olguyu evrim teorisiyle ilişkilendiren ilk kişi ise, Darwin olmuştur. Darwin, benzer (yani “homolog”) organlara sahip canlıların birbirleriyle evrimsel bir bağlantısı olduğunu ve bu organların ortak bir atanın mirası olması gerektiğini öne sürmüştür. Ona göre, örneğin güvercinlerin de kanatları vardır, kartalların da kanatları vardır; demek ki güvercinler, kartallar ve bunlar gibi kanatlı tüm kuşlar ortak bir atadan evrimleşmişlerdir.
DEV DİŞLERE SAHİP İKİ İLGİSİZ MEMELİ
Plesantalı ve keseli memeliler arasındaki olağanüstü derecede benzer “ikiz” türlerin bulunması, homoloji iddiasına çok büyük bir darbedir. Örneğin, her ikisi de dev öndişlere sahip birer memeli olan Smilodon (sağda) ve Thylacosmilus’dur. (solda) Aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan bu canlıların kafatası ve diş yapılarının olağanüstü derecede benzer oluşu, benzer yapıların evrime delil oluşturduğu yönündeki homoloji iddiasını yine açmaza sokmaktadır.
Homoloji, hiçbir delile dayanmayan, yalnızca dış görünüşlerden yola çıkılarak ortaya atılmış yüzeysel bir varsayımdır. Bu varsayım, Darwin’den günümüze kadar hiçbir somut bulgu tarafından da doğrulanamamıştır. Öncelikle, homolog yapılara sahip canlıların evrimciler tarafından öne sürülen hayali ortak atalarının fosillerine yeryüzünün hiçbir tabakasında rastlanmamıştır. Ayrıca;
1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel bağ kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara ait canlılarda bile ortak homolog organların var olması,
2- Homolog organlara sahip canlılarda, bu organların genetik şifrelerinin çok farklı olmaları ve,
3- Bu organların embriyolojik gelişim safhalarının birbirinden çok farklı olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak oluşturmadığını gösterir.
Evrimcilerin, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kuramadıkları türlerin de, birbirine çok benzeyen (homolog) organlara sahip olmaları konusunda verilebilecek örnekler arasında kanatlar da yer alır. Bir memeli olan yarasada kanat vardır, kuşlarda kanat vardır, sineklerde de kanat vardır, ayrıca geçmişte yaşamış uçan kanatlı dinozor türleri de vardır. Fakat, bu dört farklı sınıf arasında evrimciler bile herhangi bir evrimsel bağ, bir akrabalık kuramamaktadırlar.
Bu konudaki bir diğer çarpıcı örnek de farklı canlıların gözlerindeki şaşırtıcı benzerlik ve yapısal yakınlıktır. Örneğin ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan, son derece farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de gözleri yapı ve fonksiyon bakımından birbirine çok yakındır. İnsanla ahtapotun benzer gözlere sahip ortak bir ataları olduğunu evrimciler bile iddia edememektedirler. Bu örnekler ve bunlara benzer birçok örnek açıkça göstermektedir ki, evrimcilerin öne sürdükleri “homolog organlar, canlıların ortak bir evrimsel atadan geldiğini ispatlar” şeklindeki iddianın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Hatta bu organlar onlar açısından büyük bir çıkmazdır.
Ahtapot gözleri
Evrimciler, benzer yapılara ve organlara sahip tüm canlılar arasında evrimsel bir ilişki olduğunu iddia ederler. “Homoloji” olarak bilinen bu tezlerinin geçersizliğini ortaya koyan örneklerden biri de ahtapot gözleridir. (bkz. Homoloji) Ahtapotlar, evrimcilerin ortaya attığı hayat ağacına göre insana en uzak canlılardan biridir. Ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan, son derece farklı canlılar olmalarına karşın, ahtapot gözü ile insan gözü tamamen aynı yapıya sahiptir. Bu durum, benzer yapıların evrime delil olmadığının çok açık bir göstergesidir.
Ahtapotlar, evrimcilerin ortaya attığı hayali “hayat ağacı”na göre insana en uzak canlılardan biridir. Ancak ahtapot gözü (solda) ile insan gözü (sağda) tamamen aynı yapıya sahiptir. Bu durum, benzer yapıların evrime delil olmadığının göstergelerinden biridir. |
Bu durum karşısında evrimciler, bu organların “homolog” (yani ortak bir atadan gelen) organlar değil, “analog” (aralarında evrimsel ilişki olmadığı halde birbirine çok benzeyen) organlar olduğunu söylerler. (bkz. Homolog organ; Analog organ) Örneğin insan gözü ile ahtapot gözü onlara göre analog bir organdır. Ancak bir organı homolog kategorisine mi, yoksa analog kategorisine mi dahil edecekleri sorusu, tamamen evrim teorisinin ön kabullerine göre cevaplanır. Bu ise, benzerliklere dayalı evrimci iddianın bilimsel bir yönü olmadığını göstermektedir.
Evrimcilerin tek yaptığı, önceden doğru saydıkları bir evrim dogmasına göre, karşılarına çıkan bulguları yorumlamaya çalışmaktan ibarettir. Oysa ortaya koydukları yorum da son derece tutarsızdır. Çünkü “analog” saymak zorunda kaldıkları organlar kimi zaman, olağanüstü derecede kompleks yapılarına rağmen, birbirlerine o denli benzerdir ki, bu benzerliğin rastlantısal mutasyonlar sayesinde sağlandığını öne sürmek son derece mantıksızdır. Eğer ahtapotun gözü, evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen ortaya çıkmışsa, omurgalı gözünün de tıpatıp aynı tesadüfleri tekrarlayarak ortaya çıkması gereklidir. Bu sorunu düşünmekten “başı ağrıyan” ünlü evrimci Frank Salisbury şöyle yazmaktadır:
Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Örneğin ahtapotta, omurgalılarda ve artropodlarda. Bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır.219
Yani evrim teorisine göre, birbirlerinden tamamen bağımsız mutasyonların, bu canlıları ikişer kez “tesadüfen” üretmiş olmaları gerekmektedir! Bu gerçek, evrimcileri daha da çaresizliğe sürükleyen bir sorundur. Evrimci biyologların “homoloji” tezi ile çelişen bu gibi olağanüstü benzerlikler, benzer organların ortak atadan evrimleşme tezine delil oluşturmadığını göstermektedir. Kaldı ki bazı canlılarda da bunun tam tersi bir durum gözlemlenir. Yani evrimciler tarafından çok yakın akraba sayıldıkları halde, bazı organları tamamen farklı yapılara sahip canlılar vardır.
219 Frank Salisbury, Doubts About the Modern Synthetic Theory of Evolution, American Biology Teacher, September 1971, s.338