KUMBASAR’IN EVRİM MASALLARI VE YARATILIŞ ALEYHİNDEKİ ÇARPITMALARI
Cumhuriyet gazetesinin 3 Kasım 2006 tarihli sayısında Prof. Dr. Abidin Kumbasar”ın kaleme aldığı ve “Beyinsel Evrim ve Eğitim” başlığını taşıyan bir yazı yayınlandı. Sayın Kumbasar, evrim teorisi, küreselleşme ve sosyo-ekonomik bozuklukları birleştirdiği ilginç bir sentez ortaya koyuyor, bilimde evrim teorisinin okutulmasının toplumun geleceği açısından çok önemli olduğunu savunuyordu. Sayın Kumbasar elbette belli bir ideolojiyi benimseme ve bu doğrultuda toplumun geleceği hakkında nelerin faydalı olacağına dair düşüncelerini belirtmede özgürdür. Ancak bu düşüncelerini dile getirirken önemli yanılgılar, hatta çarpıtmalar ortaya koyduğu görülmektedir. Sayın Kumbasar”ın yanılgı ve çarpıtmaları aşağıda birer birer cevaplanmaktadır.
1.Kumbasar”ın bilimdışı masalı
Sayın Kumbasar, insanın dik duruş; başparmağın diğer parmaklarla karşıt konumda oluşu; 800 cc. beyin hacmine sahip olma gibi özelliklerinin evrim sürecinde kazanıldığını öne sürmektedir. Oysa bu özellikler hakkında objektif olarak söylenebilecek tek şey, bunların, insanı diğer canlılardan ayıran özgün anatomik özellikler olduklarıdır. Sayın Kumbasar evrim teorisini en baştan bir dogma olarak benimsediği için insanlarla diğer canlılar arasında görülen benzerliklerin de, farklılıkların da, kısacası insana ait herşeyin hayali evrimsel sürecin ürünü olarak kabul etmekte ve bunu bu şekilde topluma lanse etmeye çalışmaktadır. Elbette böyle yapmakla ortaya bilimsel kanıt değil sadece önyargıalarını koymuş bulunmaktadır.
Kumbasar”ın insana olan bu dogmatik bakışı, onu alet yapımı ve iri beyin hacmi gibi özellikleri hakkında da hayali hikayeler anlatmaya yönlendirmektedir. Kumbasar bu doğrultuda “dik durmakla elleri özgürleşen atalarımızın ilk kez alet yapabilme ve üretme nitelikleri kazandığını ve yeni değerler ve aletler üretmesi sayesinde beyin hacminin arttığını” iddia etmektedir. Oysa bu, evrimci uzmanlar dahi kabul etmektedir ki, bilimdışı bir masaldan, evrimcilerin çok önce delilsizce ortaya attıkları bir senaryodan ibarettir.
Nature dergisinin editörlerinden paleontolog Henry Gee bu konuda şu itirafı yapar:
Mesela insanın evriminin; vücudun duruşu, beyin hacmi ve el-göz koordinasyonunda gerçekleşen gelişmelere dayandığı ve bu gelişmelerin de ateş ile alet üretimi gibi teknolojik başarılarla dilin kullanımına yol açtığı söylenir. Ancak bu gibi senaryolar subjektiftir. Deneylerle asla test edilemezler, öyleyse bilimsel değildirler. Genelde kullanımda olmaları bilimsel testlere değil, sunumlarındaki otoriteye ve iddiaya dayanırlar.” (Henry Gee, In Search Of Deep Time: Beyond The Fossil Record To A New Hıstory Of Life, The Free Press, A Division of Simon & Schuster, Inc., 1999,sf.5)
2. Beyin evrimi hakkındaki masal
Sayın Kumbasar, insan beyninde gelişkin şekilde bulunan alın loplarının da evrim sürecinde insan soyuna özgün bir gelişmenin sonucu olarak ortaya çıktığını öne sürmektedir. Oysa insana atfedilen fosil kaydı içinde beyin hacminin kademelerle geliştiğine dair hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Evrimcilerce insansı olarak gösterilmeye çalışılan maymun kafatasları ile maymunsu olarak gösterilmeye çalışılan insan kafatasları arasında bariz hacim farklılığı bulunmaktadır. Bu sebeple evrimciler, Australopithecus türleri ve Homo habilis türünden sonra, insanın beyin hacminin “sebebi bir türlü anlaşılamayan ve gizemli bir şekilde” iki misli kadar arttığı gibi bir masal anlatmak zorunda kalırlar. Bu masalın ise hiçbir bilimsel dayanağı bulunmamaktadır. Evrimcilerce türleri evrimleştirici bir mekanizma olarak öne sürülen mutasyonların organizmanın yaşamı ve türün devamı adına daima tahripkar sonuçlar ortaya koydukları, genetik bilgiyi hiçbir zaman artırmadıkları bilinmektedir.
Dolayısıyla Sayın Kumbasar”ın sadece insanın özgün veya üstün özelliklerine bakarak bunların evrim sürecinde geliştiğini iddia etmesi son derece büyük bir aldatmaca, bilimsel temelleri kesin olarak olmayan bir hayaldir. (Dilerseniz, bu konuyla ilgili olarak BİZİ BİZ YAPAN BEYİN BÖLGELERİ ALDATMACASI başlıklı yazımızı okuyabilirsiniz)
3. Yaratılış düşüncesinin bilim ve toplumun gelişiminin önünde engel oluşturduğu çarpıtması
Yazıda sayın Kumbasar ve diğer evrimcilerin propaganda yöntemi olarak başvurdukları klasik bir aldatmacaya da başvurulmuş ve bilimde evrim yerine yaratılış gerçeğinin okutulmasının toplumun ilerlemesi ve aydınlanmasının önünde engel oluşturacağı öne sürülmüştür. Oysa gerçekte yaratılış gerçeği ile, toplum ve teknolojinin ilerlemesine önemli katkıda bulunmuş olan bilim arasında böyle bir zıtlık yoktur. Tam aksine bilim ve yaratılış arasında sıkı bir bağ vardır. Bunun en somut göstergesi, bilimin yaratılış temelleri üzerine kurulu olmasıdır. Evrimci düşünür Loren Eiseley, modern bilimin temellerinin evrenin yaratılmış olduğu inancına dayandığını şöyle açıklar:
“Deneysel bilimin felsefesi, keşiflerine… bir Yaratıcı tarafından kontrol edilen, akıl ürünü bir evreni araştırdığı inancına dayanarak başlamış ve metodlarını bu inanç sayesinde faydalı hale getirmiştir… Profesyonel anlamda inançla pek ilgili olmayan bilimin tarihindeki en ilginç paradokslardan birisi şudur ki, kökenlerini evrenin akılcı olarak yorumlanabileceğine dair inanca borçludur ve günümüzde bu varsayım sayesinde ayakta durmaktadır.” (Loren Eiseley, Darwin”s Century: Evolution and the Men who Discovered It, Doubleday, Anchor, New York (1961))
Birçok bilimsel keşfin temelinde evrenin “amaçlı ve kontrollü” olduğu yani bir Yaratıcı”nın eseri olduğuna dair inanç etkili olmuştur. Nitekim temel disiplinlerin temelleri de inançlı bilim adamlarınca atılmıştır:
Fizik: Newton, Faraday, Maxwell, Kelvin
Kimya: Boyle, Dalton, Ramsay
Biyoloji: Ray, Linneaus, Mendel, Pasteur, Virchow, Agassiz
Jeoloji: Steno, Woodward, Brewster, Buckland, Cuvier
Astronomi: Copernicus, Galileo, Kepler, Herschel, Maunder
Matematik: Pascal, Leibnitz, Euler
Sonuç:
Görüldüğü gibi Sayın Kumbasar”ın iddiaları bilimsel değil ideolojik kaynaklıdır. Sayın Kumbasar”a evrimci masallarına ve yaratılış gerçeği aleyhindeki çarpıtmalarına son vermesini tavsiye ediyoruz.