Türler Arasındaki Uçurumlar ve Genetik Sınırlar

Evrim teorisinin en büyük açmazlarından biri birbirinden farklı türlerin ortaya çıkmış olması ve doğadaki tür zenginliğidir. Darwinist biyologlar, aradan geçen 150 yıla rağmen farklı hayvan ve bitki türlerinin ortaya çıkışını evrim teorisiyle açıklama konusunda hala büyük bir çaresizlik içindedirler.

Darwin “Türlerin Kökeni” adlı kitabında farklı türlerin varlığını “sırların sırrı” olarak adlandırmış ve diğer kitaplarından birinde ise şu itirafta bulunmuştur:

“Bir türün diğerine değişimine ilişkin hiçbir kayıt yoktur… Tek bir türün değiştiğini kanıtlayamayız.” (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, cilt II, 1888, s. 210)

Darwin’in bu açık itirafına rağmen Darwinistler “bir türün zamanla ve çeşitli etkilerle sözde yeni özellikler kazanarak farklı bir türe dönüşebildiği” şeklindeki iddialarını ısrarla devam ettirmiş ve sürekli yeni teoriler üretmişlerdir. Bunlardan biri de kıtaların birbirinden ayrılması ve benzeri coğrafi engeller sebebiyle canlıların izolasyona uğramasıyla ilgilidir. Bu mantıksız iddiaya göre de izolasyon nedeniyle ayrı ortamlarda yaşamaya başlayan canlılar farklı türlere dönüşmüşlerdir. Oysa bu bilimsel açıdan son derece tutarsız bir iddiadır çünkü tüm canlılarda genetik bariyer (üreme bariyeri) adı verilen bir mekanizma vardır. İlerleyen satırlarda detaylı olarak anlatılacak olan gen bariyeri, bir canlı türüne ait genlerin o türde kalmasını ve nesiller boyunca hiç değişmemesini sağlayan mekanizmadır.

COĞRAFİ FARKLILIKLAR YENİ BİR CANLI MEYDANA GETİREMEZ

Coğrafi engeller sebebiyle birbirinden uzak yaşayan aynı türe mensup canlıların zaman içinde bir takım farklılıkları tabi ki ortaya çıkabilir. Ancak bu farklılıklar canlının en başından beri sahip olduğu genetik bilginin izin verdiği sınırlar dahilinde gerçekleşir. Dolayısıyla burada anlatılan aynı tür içinde oluşan çeşitlenme yani varyasyondan başka bir şey değildir. Varyasyonun, o canlıda ilk andan itibaren var olan genetik bilgi sınırları dahilinde kalıp söz konusu canlıya yeni özellikler kazandıramayacağı ise herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

Her canlı için geçerli olan bir kural vardır: İlk ortaya çıktıkları andan itibaren bir canlının sahip olduğu genetik bilgi, ne kadar zaman geçerse geçsin, değişmez. Meydana gelen tek farklılık, genlerin farklı kombinasyonlarından dolayı oluşan çeşitliliktir. Yani o canlının DNA’sı zaman içinde ortaya çıkan tesadüfler sonucu apayrı genlere sahip bambaşka bir DNA’ya dönüşmez ve yeni bir tür meydana gelmez.

Biyolojik tanıma göre; bir tür “yalnızca kendi arasında çiftleşebiliyorsa ve üreme bakımından diğer topluluklardan izole olmuşsa” diğerlerinden farklı bir tür sayılır. Bu sebeple, iddialarını kanıtlama çabası içinde olan evrimciler için başlangıçta bir arada yaşayan canlıları daha sonra birbiriyle çiftleşemez duruma getirecek olan engeller (kıtaların ayrılması benzeri coğrafi değişiklikler) önem kazanır.

Evrimcilerin bu konudaki başlıca yanılgıları şu şekildedir: Farklı ortamlarda yaşayan birbirine benzemeyen özellikteki canlılar sadece popülasyon farklılığıdır. Eğer aynı türe ait canlılar birbirlerinden bir sebeple izole olurlarsa o zaman birbirinden kopmuş olan bu iki grubun içinde belli özellikler ön plana çıkmaya başlar ve iki grup birbirinden farklılaşır. Fakat bu farklılaşma o canlıyı başka bir tür canlıya çevirmez. Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım:

VARYASYON, EVRİM DEĞİLDİR

Nesiller boyunca hep aynı -örneğin çekik gözlülük ya da derinin rengi gibi- özelliklerin tekrar etmesi farklı ırkların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat; burada gözlemlenen durum evrimleşme değil; çeşitlenme yani varyasyondur. Başka bir deyişle; deri rengindeki ya da göz yapısındaki değişiklik nedeniyle insan başka bir canlıya dönüşmez. Ortaya sadece başka bir insan ırkı çıkar.

Bu örnekten de anlaşılacağı üzere; varyasyonun evrimle hiçbir ilgisi yoktur; çünkü tekrar önemle vurgulamak gerekirse varyasyon sonucunda ortaya yeni bir canlı çıkmaz. Zaten varyasyon kavramı ““yeni bir genetik bilgi olmaksızın, aynı canlıdaki genlerin değişik kombinasyonları” olarak tanımlanır. Genetik özellikler (genotip) temelde aynı kalır; ancak canlının dış özellikleri (fenotipi) değişebilir.

Unutmamak gerekir ki; varyasyonlar canlının sahip olduğu genetik bilgiye yeni bir bilgi eklemez; sadece hali hazırda bulunan bilgide genlerin dizilimlerini değiştirip farklı kombinasyonlar oluşturabilir. Bu nedenle de, bir canlının DNA’sı tesadüfler ya da başka bir etki sonucunda asla bambaşka genlere sahip yeni bir DNA’ya dönüşmez ve farklı bir canlı ortaya çıkmaz. Bu genetik kural, her canlı için geçerlidir.

ÜREME BARİYERİ EVRİME DELİL TEŞKİL ETMEZ, TAM TERSİNE EVRİMİ YALANLAR

Bugüne kadar türleşmeyle ilgili tek bir somut delil sunamayan evrimciler çeşitli kurgu ve avuntuların arkasına saklanarak bu durumu ört bas etmeye çalışmışlardır. İşte burada ele alacağımız “üreme bariyeri” kavramını da kendilerince yorumlamaya çalışırlar oysa genetik bariyer aslında evrimin geçersizliğinin en net delillerinden biridir.

“Üreme bariyeri”, tanımı gereği, iki canlının çiftleşmesine engel olan mekanizma, durum ya da sebep anlamına gelir ve zigot öncesi ve zigot sonrası olarak ikiye ayrılır.

Darwinistlerin iddiasına göre, üreme açısından birbirinden ayrılmış iki popülasyon, farklı genetik değişmeler geçirmeye başlar ve bir noktada birbiriyle çiftleşemez duruma gelir ve böylece yeni bir tür oluşur.

Darwinistlerin birbirinden ayrı türlerin ortaya çıkışının ana sebebi olarak iddia ettikleri bu engeller coğrafi olabilir ya da uyumlu olmayan bireylerin verimli yavrular üretmesini önleyen genetik farklılıklar olabilir.

İşte burada Darwinistler büyük bir yanılgıya düşmektedirler. Üreme izolasyonu, diğer adıyla genetik bariyer evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir türden yeni başka bir tür meydana gelmesine değil, tam tersine yeni bir tür oluşmamasına, sadece aynı türün çeşitli varyasyonlarının ortaya çıkmasına vesile olur.

Bir bölgede diğerlerinden izole oldukları için çiftleşmeye mecbur kalan canlıların genetik kombinasyonu sınırlı kalmakta ve genlerde zaten yazılı bulunan belli özellikler ön plana çıkmaktadır.

Örneğin, daha önce değindiğimiz gibi, farklı genetik özelliklere sahip insan ırkları bu şekilde ortaya çıkmıştır. Birbirlerinden çeşitli sebeplerle izole olmuş bu insan gruplarından bir bölümünde siyah derililik baskın çıkmış, bunlar aynı bölgede yaşadıkları ve çoğaldıkları için siyah derili bir ırk meydana gelmiştir.

Bu şekilde bir popülasyonda farklı özellikler (renk, boy, kas gücü v.s) baskın iken, diğer gruptakilerde farklı özellikler baskın hale gelir ve böylece iki ayrı ırk meydana gelmiş olur. Bu, evrim veya türleşme değildir; sadece aynı tür içerisinde bir çeşitlenme (varyasyon) dir.

“Coğrafi engellerin türleştirici faktör olduğu iddiası” geçersizdir

Bu iddiadaki bir diğer problem de; evrimciler tarafından öne sürülen “aynı canlının farklı türlerinin birbirleriyle çiftleşemediği” iddiasıdır. Halbuki; dünyanın farklı kıtalarında milyonlarca yıldır birbirinden ayrı yaşamalarına rağmen, aynı tür özelliklerini gösteren ve bir araya getirildiğinde çiftleşebilen bir çok canlı türü bulunur. Güney Amerika’dan Avustralya’ya kadar pek çok tatlı ve tuzlu suda yaşayan timsahlar, bu açıdan iyi bir örnektir. Zamanında tek bir kara parçası olan kıtaların birbirlerinden ayrılması yaklaşık 175 milyon yıl öncedir. 175 milyon yıl gibi çok uzun bir süre boyunca türünün sahip olduğu tüm özellikleri devam ettiren timsahlar, coğrafi engellerin türleştirici bir faktör olduğu iddasını da tek başına yalanlamaktadır.

GENETİK BARİYER, EVRİMİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELLERDEN BİRİDİR

Genetik biliminde, genlerin karıştırılması mekanizması (gene shuffling) ve DNA diziliminde değişikliklerden kaynaklanmayan ama aynı zamanda kalıtımsal olan gen ifadesi değişikliklerini inceleyen mekanizmalar (epigenetik) vardır. Bu mekanizmalar, varyasyonları tetiklerler. Ancak, varyasyonların da bir sınırı vardır. İşte bu sınır, “genetik bariyer” ile belirlenir.

Farklı canlıların genetikleri birbirlerinden apayrıdır. Genlerindeki bu farklılıklar nedeniyle de; başka tür canlıların birbirleriyle çiftleşerek yeni bir tür meydana getirebilmeleri imkansızdır. Üstelik, doğada yeni bir genetik bilgi oluşturabilecek, genlere yeni bir bilgi ekleyebilecek herhangi bir mekanizma zaten yoktur. Dolayısıyla bir canlıya yeni bir gen eklemek mümkün değilse yeni bir tür de çıkamaz.

ABD’Lİ BİYOLOGLAR İTİRAF EDİYOR:

“ÜREME VE TÜRLEŞME, EVRİM DEĞİLDİR”

Evrimcilerin “üreme izolasyonunun türleşmeye sebep olduğu” iddiası yakın zamanda Berkeley ve Chicago üniversitesinden biyologların ortak bir çalışmasıyla da yeniden sorgulandı ve bu şekilde yeni türler oluşmasının mümkün olmadığı bir itiraf olarak yayınlandı. https://www.sciencedaily.com/releases/2013/09/130902162536.htm

Science Daily’de Michigan üniversitesinden biyologların ortak görüşü olarak da yayınlanan başka makalede ise, “üreme izolasyonu olarak da bilinen genetik üreme engellerinin türleşmenin ardındaki itici güç olduğuna dair devam ettirilen varsayımın aslında geçerli olmadığı” belirtildi. (Daniel L. Rabosky. Reproductive isolation and the causes of speciation rate variation in nature. Biological Journal of the Linnean Society. Volume 118, Issue 1, pages 13–25, May 2016)

Chicago üniversitesinden Daniel Rabosky ve Daniel Matute, Drosophila meyve sinekleri ve kuşlar üzerinde yaptıkları bir araştırma neticesinde, “genetik üreme bariyerlerinin ortaya çıkma oranı ile doğada yeni türlerin oluşma oranı arasında herhangi bir paralellik olmadığı” sonucuna vardıklarını söylediler. (https://www.sciencedaily.com/releases/2013/09/130902162536.htm)

Bugüne dek üreme bariyerlerinin türleşmenin önemli bir nedeni olduğunu zannetmelerinin nasıl bir yanılgı olduğuna dair Daniel Rabosky şu itirafta bulunmuştur:

“Bizim yaptığımız araştırma aslında bu bariyerlerin türlerin oluşma oranını nasıl etkilediğinin doğrudan ilk testidir. Bu sonuçlar geçerliyse -ki henüz iddia etmemekle birlikte şüpheleniyoruz- bu, “türlerin oluşumu” ile ilgili fikirlerimizin son derece eksik olduğunu gösterir, çünkü bu hatalı varsayımdan ötürü, yani “tür oluşumunun başlıca nedeninin genetik bariyer olması” fikrinden dolayı uzun süre yanlış şeyler incelemiş olduk.”

(https://www.sciencedaily.com/releases/2013/09/130902162536.htm)

Görüldüğü gibi üreme bariyeri ile ilgili yapılan testler de diğer tüm bilimsel bulgular gibi evrimcileri yalanlamaktadır. Bu durumun evrim teorisini destekler hiçbir yönü olmadığı gibi; evrim ile bir ilgisi de yoktur. Varyasyon denilen mekanizma, yanlızca hazırda var olan genetik bilgi üzerinde yaşanan bir çeşitlenmedir ve var olan genetik bilginin sınırlarından da çıkamaz.

SONUÇ

Yeryüzünde hayatın başlangıcı ve farklı türlerin varlığı tesadüflerle ve rastlantısal süreçlerle asla açıklanamaz. Darwin’in türleşme iddiası hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir safsatadan ibarettir. Görüldüğü gibi, evrimciler bu konudaki iddialarına hala herhangi bir bilimsel delil getirememektedirler. Bilimin her dalında olduğu gibi genetik alanında da evrim iddiası yalanlanmakta, türlerin ilk günden beri hep sabit kaldığı anlaşılmaktadır.

Yine bu genetik kuralı destekleyecek şekilde, yeraltı katmanlarından çıkartılmış, günümüzdeki canlı örnekleriyle birebir aynı olan 700 milyon fosil de, türlerin birbirlerinden bağımsız olarak, tam ve eksiksiz halleriyle bir anda ortaya çıktıklarını ve tarih boyunca da asla değişmediklerini ispatlamaktadır.

Yeryüzü ve üzerindeki zengin tür çeşitliliğiyle birbirinden farklı milyonlarca canlı türünü “ol” demesiyle yaratan sonsuz akıl ve güç sahibi Rabbimiz olan Allah’tır.

Onu istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca “Ol” demekten ibarettir; o da hemen oluverir. (Nahl Suresi 40)

Kaynaklar

https://www.sciencedaily.com/releases/2013/09/130902162536.htm
Daniel L. Rabosky. Reproductive isolation and the causes of speciation rate variation in nature. Biological Journal of the Linnean Society. Volume 118, Issue 1, pages 13–25, May 2016.