Evrim teorisinin ardındaki gerçek

Son günlerde belirli çevreler, özellikle bir takım medya organları çürümüş bir iddiayı tekrar diriltmeye çalışıyorlar. Diriltilmeye çalışılan ölü, hiç bir dayanağı kalmamış evrim teorisidir. 19. yüzyılın ortasında Charles Darwin tarafından ortaya atılan ve insanların oluşumunu sözde açıkladığını iddia eden bu teorinin ölümü, ortaya çıkan her yeni bilimsel gerçekle bir kez daha tescilleniyor.

Darwin’e göre hayat tek bir hücrenin tesadüfen oluşmasıyla başlamış, bu hücrenin zaman içinde gelişmesiyle bugünkü canlılar alemi oluşmuştu. Bu iddialı teori, ortaya atıldığı yıllarda birçok çevre tarafından ilgi odağı oldu. Bu çevrelerin ortak özellikleri ise ideolojik temellerinin aynı zemine oturmuş olmalarıydı. Bu zemini, dinden uzak toplum ve bu toplumun merkezindeki dinden uzak insan modeli oluşturuyordu. Sahip oldukları bu din-dışı ideoloji sistemlerin devamı için, Allah’ın varlığını unutturmalı ve O’nun emirlerini tamamen bir kenara bıraktırmalıydılar. Kapitalizm, sosyalizm, faşizm gibi sistemler, ancak insanlar Allah’ın emir ve yasaklarından uzak durdukları sürece varlıklarını sürdürebileceklerdi.

Karşılarındaki en büyük engel ise insanın yaratılışıydı. Çünkü insanın yaratılmış olması, onu Yaratıcı’nın gösterdiği yolu izlemek ve O’nun koyduğu sisteme göre yaşamak zorunda kılar. Din dışı sistemler, işte bu nedenle insanı “yaratılmamış” gibi göstermek zorundaydılar. Bu noktada imdatlarına evrim yetişti. Çünkü bu teori, yaratılışı inkar edip bütün canlıların bir tesadüf eseri oluştuklarını savunuyordu. Bu yüzden sözünü ettiğimiz sistemler evrime dört elle sarıldılar. Materyalist felsefenin en önemli savunucusu olan Karl Marx, yazdığı bir mektupta, geliştirdiği teoriyle materyalizmin en büyük eksiğini giderdiği için Darwin’e teşekkür etmiştir.

Ancak yalan uzun ömürlü olamamış ve evrimin hiçbir dayanağı olmadığı bugün kesin olarak ispat edilmiştir. Gelişen teknoloji ve modern tıp insan vücudundaki sırları çözdükçe evrim bir teoriden çıkıp içinden çıkılması imkansız bir karmaşaya dönmekte. Darwin’in ilk iddialarından bu yana 130 yıl geçti. O tarihte genetik, biomatematik, mikrobiyoloji gibi bilim dalları yoktu. Dahası Darwin’in canlı hücrelerindeki DNA’dan bile haberi yoktu. Ortaya attığı varsayımlar-bir maymunun zamanla insan olması veya bir hücrenin tesadüfen oluşması gibi- yukarda saydığımız bilim dalları geliştikçe çürüdü gitti.

Bugün biz insanların ve hayvanların hücre denilen son derece karmaşık canlılardan oluştuklarını biliyoruz. Örneğin insan vücudu yaklaşık 100 trilyon hücrenin bir araya gelip, uyum içinde çalışması sonucunda oluşmuştur. Vücuttaki her hücrenin çekirdeğinde o vücuda ait eksiksiz bir plan bilgi olarak depolanmıştır. Bu bilginin yazılı olduğu yer yukarda bahsettiğimiz, Darwinin varlığından bile haberdar olmadığı DNA’dır. DNA o kadar karmaşık ve mucizevi bir yapıdır ki içerdiği sırlar halen çözülememiştir. DNA’yı incelemek ise başlı başına bir bilim dalı olmuştur; genetik.

Yapılan çalışmalar hücrenin dünyanın en karmaşık yapısı olduğunu göstermektedir. Hücre içerisinde bir çok farklı organel ve sistem uyum içerisinde çalışmaktadır. Bu sistemler çok karmaşık ve gelişmiştir ve bir çoğu halen aydınlatılamamıştır. Bu sırlar aydınlığa kavuştukça da, evrimi desteklemek bir yana, Allah’ın yaratmasındaki mükemmelliği daha iyi ortaya çıkarmaktadırlar. Böyle bir yapının tesadüfen meydana gelmesi hiçbir şekilde açıklanamamaktadır. Halen keşfedilmemiş pekçok sırrı içinde barındırmayı sürdüren hücre, evrim teorisinin en büyük açmazlarından birini teşkil etmektedir. Nitekim ünlü Rus evrimcisi A. I. Oparin bu gözardı edilemeyen gerçeği şöyle ifade eder:

“Maalesef hücrenin meydana gelişi evrim teorisinin bütününü içine alan en karanlık noktayı teşkil etmektedir.” (A. I. Oparin, Origin of Life, s.196)

Türkiyedeki tanınmış evrimcilerden Prof. Dr. Ali Demirsoy “Kalıtım ve Evrim” adlı kitabındaki ifadesinde evrimcilerin esas amaçlarını açıkça belli etmiştir: “Özünde, bir Sitokrom-C’nin (canlılığın oluşması için şart olan enzim) dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denilecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu evrende bir defa oluşacak kadar az olasılığa sahiptir, denebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunun kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O halde birinci varsayımı irdelemek gerekiyor.” (Prof. Dr. Ali Demirsoy Kalıtım ve Evrim, s.61)


Ali Demirsoy’un da ifade ettiği gibi, bir evrimci; sırf “doğa üstü güçlerin” (yani Allah’ın) varlığını kabul etmemek için, tümüyle imkansız olan milyonlarca tesadüfü gerçekleşmiş saymaktadır. Görüldüğü gibi evrim bir gerçek değil, doğruluğu ümitsizce ispatlanmaya çalışılan bir inanç, bir ideolojidir. Allah’a inanmak istemeyen ve başkalarını da kendileri gibi saptırmayı isteyen güçler için, vazgeçilmez bir avuntu kaynağıdır.

Din dışı ideolojilere sahip olan güç odakları, başka bir seçenekleri olmadığından, evrimi gündemde tutmak için çabalamayı sürdüreceklerdir. Kimi basın organlarında karşılaştığımız kasıtlı evrim propagandaları, gerçekte bu planın birer sonucudurlar.

Ancak kuşkusuz güneş hiç bir zaman balçıkla sıvanamamıştır ve bundan sonra da bu kural değişmeyecektir.

http://harunyahya.org/tr/Makaleler/8463/Evrim-teorisinin-ardindaki-gercek

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.